Velayetnamelerdeki ejderha motifinin mitolojik arka planı
Sembolik açıdan çeşitli anlamlar içeren ejderha; psikalanizde gölge arketipi olarak kahramanın, erginleşmesinin önemli bir aşamasını sembolize eder. Kahraman, ejderha ile dövüşürek olgunlaşır.
Ejder olarak da bilinen fantastik varlık ejderha (ejdeha) kelimesinin aslı Hintçe, Ajı Dahakâ olup eski Hint dininde ayıp anlamına gelir.
Bilien en eski ejderha motifi, Çin mitolosinde Luu olarak anılan ve evreni temsil eden dev yılandır. Yılanların, yeri gelince, bedenen kendi etrafından dönmeleri, onların mitolojide evren ile simgeleşmesine sebep olmuştur.
Pek çok mitolojide evren sonsuzdur ve bir döngü içerir. Bazı mitlerde evren, hiçlikten doğan ejderdir; ejder ise kimi tasvirlerde yılanımsıdır. Kendi etrafından dönen yılana gönderme bu sebepledir. Hiçlikten doğan evren (ejder) sonsuza dek kendini tekrar etmektedir. Bu figürün bir adı ouroboros’tur; kendi kuyruğunu tutan yılan (ejder).
Ouroboros sözcüğü figür için Yunancada kullanılan ve genel kabul gören isimdir ama başka medeniyetlerde de varlığı bilinmektedir. Ouroboros, Antik Mısır’da sed-em-ra (ağızdaki kuyruk) olarak adlandırılmaktadır.
İskandinavya ve Çin gibi coğrafi olarak çok uzak kültürlerin bu biçimde benzer figüre sahip olmaları, insanların zihinlerinin, kültürlerinin, sanatçı düşünce yapılarının, mitlerinin ve düşlerinin aslında ne kadar da benzer olduğunu göstermektedir.
Matematikte “kendi kendini sonsuza kez tekrar eden fonksiyon” Ouroboros Denklemi olarak isimlendirilir ve denklem f(f) = f şeklinde formüle edilir. Türklerde evreğen olarak da adlandırılan ejderha (dev yılan) kimi mitolojilerde ouroboros olarak geçer, kimilerinde farklı mistik bir varlık olarak.
Amur vadisi boylarında görülen, Güneş ve Ay’ı takip eden ejderha tasavvuru hiç şüphesiz Çin kültüründen geçmiştir. Orman Tatarları ve Altaylılar ay tutulmasının ayın üzerine çıkan yedi başlı ve insan yiyen Jalbagan isimli yaratıktan kaynaklandığına inanarak ay tutulduğunda “Jalbagan yine ayı yedi” derler.
Ejderha, kimi efsanelerde fiziksel uzayın kendi olarak tasvir edilir. Kimi zaman ise dünyanın denizlerinde yaşayan bir varlıktır. Bazen ise kışı toprak altında geçirip, baharda gökyüzüne yükselen bahar ve yaz aylarının simgesi haline dönüşür. Ejderin, nisan ayında topraktan çıkıp göğe yükseldiği inancı da dikkat çekicidir. Bu yüzden hem ölümü (toprakta gömülü olma) hem de dirilmeyi (yükselişi) temsil eder. Bu sebeplerledir ki, dünya toplumlarında, mitolojik düzlemde, baharın başlangıcı ritüellerle kutlanmaktadır. Bahar geldiğinde önceki döngü tamamlanarak, insanların yuvası olan doğanın yeniden doğuşu vuku bulmaktadır. Dünyanın beyaz örtüsü, yerine parlak yeşili, kızılı ve yaşamın coşkusunu bırakmakta; hayvanlar doğum yapmakta, insanlar evlenmekte, savaşlar varsa sıklaşmakta; antik olimpiyatlar vuku bulmakta, ağaçlar ve tarlaların verimi artmaktadır. Göğü boşaltan; tarlalara ve kadınlara bereket dağıtan yine ejderhalardır....
Eski insanların yaşamlarının bağlı olduğu bu faktörler, ancak kutsal ejderin yükselmesi ile mümkün olmuştur. Arkaik toplumların zihinlerdeki, inanışlardaki, sanattaki yorumlar bu yöndedir. Yaşamın ilksel hâli üzerine kurulmuş antik ejderhalar; gündelik, dünyevi, metafizik ya da ötedünyaya ilişkin tüm düşünceleri harekete geçirirler.
Ejderha, toplumların doğayı yorumlarken kurdukları kompleks sembollerden biridir.
Anlamı kadar, bedeni de zamanla çeşitlilik kazanmıştır. Önceleri dev bir yılanken, zamanla “Çin ve Güneydoğu Asya kültürlerinde kaplanın pençesi, tavşanın gözü, geyiğin boynuzları, sazan balığının yüzgeçleri gibi birkaç hayvanın melezi haline gelir. Tüm bu hayvanların muhtemel simgesel anlamlarını da temsil ederek; bu sefer farklı bir yorumla “ulu bir güç, bereketlilik figürüne dönüşür”
Bazı araştırmacılara göre; Eski “hükümdarlar bedenen ejdere bürünmek ve hâkimiyetlerini göstermek için” kendilerini ejderhalarla özdeşleştirir; takı, gemi, yapı ve giysilerde bu ve benzeri figürlere yer verirlerdi. Asya tarihi göz önüne alınırsa, söylenebilir ki; hükümdarlar, kimi zaman bir ejderin (büyük mistik bir figürün) temsilcisi, babası veya oğlu olarak adlandırılırken; kimi zaman onun avatarı (fani dünyadaki insansı yansıması) olarak betimlenir.
Yaşamın yenilenmeye açık, doğurgan ve demonik yanını temsil eden ejderha, zamanla tek tanrılı metafizikte insan biçimli bir evrene uyarlanarak, tek boyutlu bir şer odağı haline gelir. Ejderhalar hem doğurganlığı, yaşamın yenilenmesi olanağını, hem de önüne geçilemeyen bir yıkımı, şiddeti bünyelerinde taşırlar.
Ejderha Batı medeniyetinde genellikle iyi bir sembol değildir, ancak belli koşullar altında yardımsever olabilir.
Çin'de ejderhanın iyi olmasının nedeni muhtemelen, bilinçdışı anlamı iyilikseverlik ile ilişkili bir hâl alana kadar Çinlilerin zihninin mistisizm ile meşgul olmasıdır
Su, gök gürültüsü, bulut ve yağmur Tanrısı olan ejderhanın Çin ve Japon mitolojilerindeki yansımaları; Ejderha], yağmurun efendisidir ve yağmur yağmasına neden olan gökgürültüsü-tanrısıdır. Nitekim Çin ejderhası, Ari-Hint tanrısı İndra ile Yunanistan'ın Zeus’u, Anadolu'nun Tarku'su, Kuzey Avrupa'nın Thor'u, Babil'in Marduk'u vs. gibi tarımla ilgili diğer yağmur ve gök gürültüsü tanrılarım birbirine bağlamaktadır”
Eski Türk mitik bakışında ise; “yıldırım kimi zaman kuş, kartal, ördek, kaz, çalı horozu, kimi zaman da ejderha olarak temsil edilen korkutucu ve büyük bir güçtür.
Japon efsanelerinde ise; nehire giren atların bacaklarından kan emen su yılanları gibi ejderhalar bulunur. Şeytan ya da başta ejderhalar kötü yağmurlar gönderirler. Ayrıca ejderha yeraltı ölüler saltanatının koruyucusu olarak, yeraltında dağlar arkasında düşünülen, öbür dünyanın sınırında bu sınırı bozanlara karşı duran bir varlıktır.
İnsanoğlu tarihin en eski çağlarından bu yana doğa olaylarının azametine şaşırmış ve onları anlamlandırmaya girişmiştir. Korkularını, endişelerini, umutlarını ve mutluluklarını bilinir saydıkları nesnelerle özdeşleştirme yoluna giderek bilinmeyeni bilinir kılmayı, böylece dinginliği ve uyumu sağlamayı amaçlamıştır.
Batı insanı için bilinçdışının anlamı, tehlike ile ilişkilidir. Bir gök imgesi olan ejderha genellikle insanın kaynağında gizli olan gizemli gücü simgeler. Açığa vurmaya cesaret edemediği ve neredeyse hiçbir zaman anlamayı istemediği bu güçten korkar. Bu yüzden ejderhayı öldürmek, bu korkunun üstesinden gelmek anlamına gelir. Ejderhayı dizginlemek ya da ehlileştirmek ise insanın amaçlarını yükseltmek için bilinmeyeni dönüştürmesi ya da ondan yararlanmasıdır
Jung, ejderi arkeolojik tipler sistemine dâhil etmiştir. Mitolojik anlamda ise ejderha başlangıçta uçsuz bucaksız sulardan ibaret olan, kaostan kurtulamamış bir âlemi sembolize eder.
Ejderha, yeri gelince gölge arketipini de temsil edebilmektedir. Gölge; ilkel halk topluluklarında ve türlü kişileşmelerle belirir. Bireyin bir parçasıdır, varlığının bastırılmış bir bölümüdür; ancak kopmuş dahi olsa, bu bölüm kişiyi bir gölge gibi takip eder.
Ejderha için kahramanın toplumsal gölgesi de denilebilir.
Jung’un bu kompleks tanımlamalarına, sav düzleminde getirilebilecek yorum; insanın ilkel formundan kalma arkaik belleği, dünyanın oluşumunu, işleyişini, afetleri, acı ve bereketi; tatlı-sert bir ebeveyn olaraktanımlamış, sanatsal olarak mitosların içinde inşa etmiştir. Bu mitik yapılanma sırasında, doğada görülen, tecrübe edilen imgelerden (işlev ve simgesel olarak) en uygun olanları, bilinçdışı düzlemde anlatıların, eserlerin içerisine işlenmiştir. Ejderha ve diğer güç simgeleri; her doğal ve toplumsal olayda, zaman aktığı sürece, defalarca birbiri içinde eriyerek günümüze ulaşmıştır.
Türk halklarının mitolojik anlatılarına değinilirse; kaosun (biçimsizliğin) simgesi olan su ve ondan doğan evrenin simgesi olan ejder figürü ile eşleşmiştir. Ejder ile özdeşleşen evren kavramı ve bir diğer güç figürü olan öküz / boğa motifi su simgesinin bir parçasıdır. Ayrıca, ejderhanın ağaçla, bitkiyle ilişkilendirilmesi de onun dolaylı olarak su kültüne bağlandığını ve kaostan kozmosun doğuşunu simgelediğini gösterir.
Gök ve yerin niteliklerini deruhte edebilen ejderha, tıpkı kaos-kozmos dikatomisi gibi düalizm ortaya çıkarır. Yusuf Has Hacib, Kutadgu Bilig adlı ünlü eserinde gök çığrısını (zaman çarkı) bir evrenin (ejderin) ‘evirdiğini’” söyler. Ejderin yer-altındaki yüzü ise, bir Türkçe Budist metninde, günahkârları yutan ölüm-madar (makara: Hint'te ejdere verilen ad) şeklini almıştır. Ayrıca bu motif Türklerin ritüellerinde de iz bırakır. Yad taşı, kurban kanı ve ejder tasviriyle yapılan ayinin, Türklerde eskiden beri bulunduğu da bilinir. Bu ayinlerle bağlantılı olarak Eberhard, "Kuzeyli göçebelerin, ejder şeklindeki yıldız gökte belirince, dağdaki yeşillikleri yaktıklarını” aktarır.
Mitolojik kahramanın mücadele ettiği cinler, ufak ve büyük canavarlar, onun erginlenmesi adımının kilit noktasıdır. Bu noktadan sonra kahraman, toplumu temsil rolü üstlenir. Ejder, kahramanlığa geçiş ayinlerinde ve mitoslarda oynadığı rol dışında birçok gelenekte (Doğu Asya, Hint, Afrika ve diğerleri) kozmolojik bir simgeciliğe de konudur.
Jung, Kilit Fikirler isimli çalışmasında Snowden kahramanın yolculuğunu şu başlıklar halinde ele almaktadır: Dünyanın yaratılışı, tabiat ana, dünyayı yaratan anne ve babanın ayrılması, kahramanın, yani bireysel ego bilincinin doğuşu olayını ergenliğe yerleştirmiştir, ejderhanın öldürülmesi, tutsağın kurtarılması, kahramanın dönüşümü ve tanrısallaşması...
Türk mitolojisinde de yılanın ya da ejderhanın hayat ağacının dibinde “koruyucu” vasıfta olduğu, bilgeliği ve ölümsüzlüğü sembolize ettiği düşünülür. 1300'lerde İslam mimarisinde ejderhanın (yılanın) toprağa gömülü ve hayat ağacını destekler şekilde tasvir edildiği bilinir.
Türkler Anadolu’ya gelmeden önce de ejderhalı destanlar ve ejderha kültüne ait bazı inançlarının bulunduğunu gösteren bilgiler vardır. Türklerin ejderha hakkındaki telâkkileri, yerleşik hayat süren İran ve Çin gibi komşularından aldıkları, ancak Çin’in bu konuda öne geçtiği, zira eski Türklerde ejderha manasına kullanılan ‘luu’ kelimesinin Çincede aynı manaya gelen ‘lung’un bozulmuş şekli olabileceği tahmin edilmektedir. Çin’den gelen inançlar dolayısıyla erken devirlerde Hunlar’da bir ejderha kültünün varlığı bilinir ve onların dinî bir şehrinin “Yatan ejder şehri” (Gu-tzang) adını taşıdığını kabul edilir.
Eski Türk dinlerinden Taoizm’de göğün dört aslî yönünden biri olan doğu, “Gök Ejderha” ile ifade edilir. Çin inanışından bize intikal eden bu inanış daha sonraki dönemlerde “koyun” ile yer değişmişti. Rivayete göre, Asya Hun hükümdarı Mo-tun'un soyu ejderdi ve daha çok erken devirlerde ejder etrafında bir kült teşekkül etmiş olması muhtemeldi . Ayrıca, Türk topluluklarında Saka dövüşçülerinden Karahanlı dövüşçülerine kadar askerlerin ejderi simgeleyen kurdeleleri, atlarının yanına asmaları esasen suyun koruyucusu olarak algılanan ejderin halk anlatılarındaki önemini de onaylar.
Gök ejderinin daha sonra koyun olarak ifade edilmesi, gökten inen koç sembolizmi ile benzerlik gösterdiği görülmektedir. Ejder nasıl ki koruyucu vasıfta ise, koyun (yani gökten inen koç) da bir anlamda, kendini feda (kurban) ederek, koruma vazifesi üstlenmiştir. Çin kaynaklarından alınan bilgilere göre yılın birinci, beşinci ve dokuzuncu ayların wu günlerinde ejder kurbanı yapılarak semaya ve tanrılara kurban edilirdi
Türklerin eski inanışlarında at kutsal kurbanların başında iken köpek, eşek, yılan vb. hayvanların da kurban edildiği bilinir. Hâbil ile Kâbil’in Tanrı’ya sundukları kurbandan itibaren, Nuh peygamberin bir hayvanı boğazlayarak kanını akıtma şeklinde devam etmiştir. Yahudilik’te kanlı kurban uygulaması mevcut olup İslâmda Hz. İbrahim’in oğlu İsmail’i kurban etme isteği ile başlamış ve günümüze değin sürmüştüri
İbrahimî dinlerdeki temel kuralın “do ut des- sen bana ver, ben de sana vereyim” prensibi şeklinde işletildiği görülür. Çoktanrıcı dinlerden semavî dinlere geçişteki kurban ritüelinin amaç ve biçimindeki fark; kendisine sunulan gücün tekleşmesi ve gücün kendilerine inananlardan kurban beklentisi olduğunu belli etmesidir. Bu yolla yaratıcıya şükran sunularak yakınlaşılır ve kötülük barındıran nefis yıkılır. Velîlerin ejderha ile mücadele ettikleri menkıbelerde de bu ereğe ulaşma amacı göze çarpar. Mitoslar ve anlatılar karşılaştırmalı olarak incelendiğinde benzerliklerin ortaya çıktığı görülebilir.
Ejder öldürme motifi, hemen bütün halklarda ve çağlarda mitoloji yazarlarının en gözde konularından biri olagelmiştir. Özellikle tanrıları ve kahramanları içeren öykülerin bol olduğuYunanistan'da, ejderhasını öldürmeyen bir kahraman zor bulunur. Antik Yunan mitolojisinde, ejderha-öldürerek öne çıkan kahramanlardan biri Herkül yani Herakles’tir (ve bilinen 12 görevinden birisi ejderha Ladon’u öldürmektir). Bir diğer kahraman ise yarı kadın yarı devce bir yılan olan Medusa ile dövüşen Perseus’tur.
Hristiyanlığın yayılmasıyla, ejderha öldürme kahramanlığı, azizlere geçer. Hristiyan misyonerlerinin özellikle Orta ve Batı Avrupa’da yaşayan yaygın dinlerle karşı karşıya geldiklerinde ortaya çıkan ve bir türlü kökü kazınamayan kutsal figürler ve “pagan” mitleri “Hristiyanlaştırıldı”. Çok sayıda tanrı ya da ejderha öldüren pek çok kahraman, Aziz Georges kimliğine büründü; fırtına tanrıları Aziz Eli’ye dönüştü; sayısız bereket tanrıçası Meryem’le ya da azizelerle bir tutuldu. Bir tek örnek verecek olursak, Yunanistan'dan İrlanda'ya ve Portekiz'den Urallara kadar görülen sayısız ejderha avcısı tanrı ve kahramanın hepsi birden aynı azize dönüştü: Saint Georges (Aya Yorgi)’ye. Yerelliği aşarak, küreselleşmek, tüm dinsel evrenselciliklere özgü bir vasıftır.
Peki, bu öykülerin kökeni nereye dayanmaktadır?
Eski metinlere göre ejderha, bir insan tarafından öldürülmedikçe yaşar, yani kendiliğinden ölmez. Ejder öldürme teması, MÖ 3. bin yılda Sümer mitolojisinin önemli bir motifi olduğuna göre, Yunan ve erken Hristiyan ejderha öykülerinin dokumasındaki ilmeklerin Sümer kaynaklarından geldiğini öne sürmek hiç de akıldışı değildiri. Çokmerkezli "ejderha kültü"nün merkezlerinden biri, Hint dinleridir. Dayandığı en önemli kaynak, Budacılıktır. Bunun yanı sıra “ejderha” kültünün üstlendiği olağanüstü statü ve misyon itibarıyla kökeninin kadim doğu ve Orta Asya olduğunu söylemek yanlış olmayacaktır. Bu durumu sürdürülen festival, şenlik ve ayinlerdeki konumunda da görebilmekteyiz. Birçok metin ejderhayı yerel hayvan topluluğuna ait bir tür olarak gösterir. Sien-pei’lerde ona kurbanlar sunulur.
Reşidüddin günümüze kadar kalan bir tasvir aktarır: “Moğollar yıldırımın, gökten düşen, kuyruğuyla toprağa vuran, geri çekilip ileri atılan ve alevler kusan ejderhaya benzer bir hayvandan kaynaklandığına inanırlar. Güvenilir Moğollar sık sık bunu kendi gözleriyle gördüklerini iddia etmişlerdi.
Zerdüşt öncesi İran’ının ana ilahlarından İntra (lakabı Vrtrahan)’nın ejderha öldürdüğü ve Buda’nın büyük bir kulübede yaşayan ejderha ile savaşının anlatıldığı menkabe bilinmektedir. Firdevsi’nin meşhur eseri Şehname’de de, Rüstem üçüncü görevi olan ejderhayı öldürmek için çok sert savaşır. Atı Rahş canavarı ısırıp etini parçalayarak ona yardım eder.
Yesevi dervişlerinin Anadolu'ya ilk gelişleri, 13. yüzyıldadır. Dervişler, yoğun biçimde Cengiz ordularının önünden kaçıp Anadolu'ya sığınırlar. Ahmet Yesevi ile ilgili tüm töre ve sözlü gelenekleri de birlikte getirirler. Onun ve halifelerinin mistik düşüncelerini yine aynı yalınlıkla halka öğretirler. Bu sözlü gelenekler aracılığı ile "kuş donuna girmek, taşları ve kayaları harekete getirmek, ejderha öldürmek" gibi daha sonraki dönemlerde Anadolu'da kaleme alınan söylencelerde ortaya çıkacak öğeler yayılır. Anadolu'da gezen bu babalar, atalar, dedeler eski Kam-ozanlara büyük benzerlik gösterirler. Eski söylencelerin koruyuculuğunu yaparlar. Aynı zamanda büyücü, ozan, doktor ve din adamı işlevindedirler. 13. yüzyıldan sonra Anadolu'da Alevi tarikatlarının doğuşuna neden olurlar. Ejderha kültü, bilhassa Orta Anadolu’da Türkler geldikten sonra da devam etmiştir. 14. yüzyılda Elvan Çelebi zâviyesini kurarken, dedesi Baba İlyas’ın böyle ejderhalı bir menkabesinin teşekkül ettiği anlaşılıyor.
Bektaşi velilerinin ortak yanlarından birisi, tahta bir kılıca sahip olmaları, bununla yerine göre ejderha, yerine göre kâfirlerle savaşarak onları öldürmeleridir. Bu motif, menâkıbnâmelerden başka Osmanlı Devletinin kuruluş yıllarını anlatan ilk devir Vekayinâmelerinde bile vardır. Şamanlar da ayin yaparken vecd haline girebilmek için çaldıkları davuldan başka bir de tahta kılıç bulundurmaktaydılar. Bununla şer güçleri def etmekteydiler. Tahta kılıç, metal ya da demir gibi ölümcül değildir. Tahta, ağaçtır; ağaç ise yaşamı simgeler. Çin’de beş unsur vardır; odun, ateş, toprak, metal ve su. Ortadoğu’da görülmeyen odun/tahta unsuru, Çin’de köken unsurdur. Dervişin kılıcının tahta olması, amacının öldürmek değil, düşmanı bilgelikle yenip, zulüm olan yere yaşam getirmek manasındadır.
Kahramanın canavarla mücadelesi bahsinde öne sürüldüğü üzere, velâyetnâmelerde geçen bu mücadele, zatların görev saydıkları “İslâmiyet’i yayma” tasavvuruna destek olan kerametlerdir. Bu durumun bir benzeri Hristiyanlık’ta da kendini göstermektedir. Şöyle ki Beowulf, sadık savaşçısı Wiglaf ile beraber canavar ejderhayı bıçaklayarak öldürür. Beowulf’ta da aynı zamanda Hristiyanlık tonu bulunur; dindar ve erdemli kahramanlarla savaşan canavarlar Hristiyan değildirler. İşlevleri, dünyanın her yerinde ejderhayı yenmenin yaşamı besleyen o gizemini görünür kılmak olan insanlar, kendi vücutlarında dünyanın yenilenmesi için, Osiris’in vücudu gibi etlerini dağıtarak büyük simgesel eylemi gerçekleştirmişlerdir (Campbell, 2013:110).
Kahramanın işi, babanın (ejder, sınayan, dev kral) direngen yanını katletmek ve evreni besleyecek olan yaşamsal enerjileri engellerinden kurtarmaktıri
Psikanalitik düzlemde, her ne kadar ejderha bilinçdışını, gölgeyi sembolize etse de, incelenen metinlerin öz itibarıyla, velinin nefsinin köreltilmesi, erginlenme yolculuğunda ateşten gömleği giymesinin ve nihaî olarak olgunlaşmasının bir göstereni olarak kabul edilebilir. Olağanüstü düşmanı, kötülüğü sembolize eden bu canavarlar, insanın yenemediği tüm olumsuz nitelikleri, günahkârların ayıplarını simgelemektedir. Canavarın ortadan kalkmasıyla cehennemden cennete doğru geçiş safhası yaşanır. Halk, mutlu ve huzurlu olur. Böylece arınma ile beraber yeniden doğuş gerçekleşir. Tüm bu gelişmelerin ardından velî kişiye intisab edenler sayıca artarak, hedeflenen misyon gerçekleşmiş olur. Böylelikle denilebilir ki, gerçekliği olmayan bir canavar, gerçeklikte yer bularak toplumun birliğine ve ortak değerde buluşmasına vesile olur.
“Âb-ı hayat” ya da bizdeki ifadesiyle “ölümsüzlük iksiri”ni bekleyen mitolojik varlıklardan birisi de yılan ya da ejderhadır. Ölümsüzlüğün peşinde koşanlar, dirilik suyuna ulaşabilmek için yılan ya da ejderha ile de mücadele etmek zorundadırlar. Bekçi/koruyucu yılan ya da ejderhayı yenebilenler âb-ı hayata ulaşabilir ve ölümsüz olabilirler. Âb-ı hayatı içmek, ölümlü dünyanın eşiğinden geçerek ölümsüzlük/ebedilik âlemine geçiş, ruhun kemale ermesi (başka bir deyişle Nirvana’ya çıkması) anlamına gelmektedir. Ölüme karşı mücadele eden kam ya da şamanların bir uzantısı olan velilerin ejderha ile olan mücadelelerini, ölümsüzlük için verilen mücadele ile de ilişkilendirebiliriz.
Ejderha motifi; Türk destan, efsane, masal, menkıbe ve hikâyelerinde de sık rastlanan muhayyel bir varlıktır. Ejderha, toplumların yaşadıkları coğrafya ve inanç yapısına göre farklı şekillerde tasavvur edilmektedir. Çin mitleri ejderhayı, suda yaşayan pullu bir canlı olarak tasavvur ederlerken Fars kültüründe kanatlı, dört ayaklı, yedi başlı, ağzından alevler püskürten bir varlık olarak tasvir edilir.
Genellikle üç başlı olarak tasavvur edilen ejderhalarla mücadele, İran mitolojisinin ana konularından birisidir. “Feridûn'u bir sığır, Rüstem'i Sîmorg büyütür. Kahramanlar ejderhalarla savaşırlar. Feridûn üç başlı ejderhayla savaşarak Cemşîd'in kız kardeşlerini onun elinden kurtarır. Gerşâsp ejderhalarla savaşarak suları onların egemenliğinden kurtarır. Rüstem, Dîv-i Sepîd ile mücadele ederek Kavûs'u kurtarır”
Ejderha, bir Anadolu-Türk destanı olan Saltuk-Nâme’de ise şeklen tavusa benzer; kanatları horoza, ayakları arslana, kuyruğu horozunkine benzer... cüssesi dahi bir deve kadar var. Havaya kanat açup uçdı kim... cümleleri ile ifade edilmektedir.
Türk halk anlatılarından özellikle efsane ve masallarda da ejderha motifiyle karşılaşılmaktadır.
Yıldız Teknik Üniversitesi öğretim görevlisi Prof. Dr. Aynur Koçak ve İstanbul Aydın Üniversitesi Arşiv Görevlisi Serdar Gürçay'ın Journal of Analytic Divinity dergisinde yayınlanan "Alevî–Bektaşî Velâyetnâmelerinde 'Ejderha' Motifi" başlıklı makalesinden özetlenmiştir.
Makalenin ileriki aşamaları dünya mitolojilerinde ejderha kavramını incelemektedir. Ayrıca, ejderhanın dinler arasında nasıl bir bağlantıda olduğuna da değinilmektedir. Bu temel bilgiler ışığında yedi farklı Alevî-Bektaşî velâyetnâmesi ejderha mitosu ve onunla ilgili ögeler açısından değerlendirilmektedir.