Kara Veba salgınının kökeni nasıl çözüldü?
Gelmiş geçmiş en ölümcül salgın olan Kara Veba’nın nerede ve ne zaman başladığı sorusunun insanlık tarihinin en büyük gizemlerinden biri olduğunu söylemek abartılı olmaz. Sonuçta Kara Veba, 14. yüzyıldan 19. yüzyılın başlarına kadar devam etmiş ikinci veba salgınının ilk dalgasıydı. Avrupa, Orta Doğu, Kuzey Afrika’da nüfusun yüzde 50-60’ının yanı sıra Orta Asya’da da sayılamayacak kadar çok insanı öldürdü.
Bu konu üzerine birbirine rakip birçok teoriye dayalı farklı fikirler ileri sürülegeldi. Ancak 2017’de, Kırgızistan’ın kuzeyindeki Chüy Vadisi’ndeki Kara-Djigach’ta, cevabı elinde tutabileceğinden şüphelendiğim, ilgi çekici bir Orta Çağ mezarlığını tarif eden bazı kayıtlara rastladım. Tübingen Üniversitesinde, Maria Spyrou’nun da yönettiği çok dallı bir ekibin parçası olarak, o bölgede gömülü bireylerden alınan birkaç örneği araştırdık ve bir yanıt bulduk.
Kara Veba’nın doğuda (Kabaca Orta Asya, Moğolistan ve Çin bölgelerinde) ortaya çıktığı fikri Avrupa ve İslam dünyasındaki salgın kadar eskidir. Modern ve akademik olan Çin kökeni ortaya çıkış teorisi ise, en az 1756-58’lere kadar uzanan ve Fransız Bilim İnsanı Joseph de Guignes tarafından Orta Asya tarihi hakkında çıkarılan bir görüştür.
Diğer veba tarihçileri, genel olarak Orta Asya’yı ve Çin ile Kırgızistan arasındaki sınırda bir dağlık alan olan Tian-Shan bölgesini Kara Ölüm’ün beşiği olarak görüyorlar. Ancak bazı bilim insanları da, Kuzey Irak, Kafkaslar, Rusya’nın Volga bölgesi, Batı Urallar ya da Batı Sibirya, Gobi Çölü ve Hindistan gibi farklı alternatif bölgelerin olabileceğini öne sürdüler. Hatta bir tarihçi, Kara Veba’nın başlangıcının bilinmeyen bazı kozmik olaylarla ilişkili olduğunu iddia etti.
Benzer şekilde, pandeminin kronolojik kökenleri de tartışmalıdır. 2013 yılında yapılan bir çalışmada, bir mikrobiyolog ekibi, asıl veba soyunun (0. şube) mutasyona uğradığı ve dört yeni veba soyuna, 1., 2., 3. ve 4. şubelere ayrıldığı büyük bir evrimsel olayı tanımladı. Araştırmacılar, “Büyük Politomi” ya da “Büyük Patlama” olarak adlandırılan bu olayın, Kara Veba ile ilişkili (1. şube) varyantı oluşturduğunu buldular. Olasılık hesaplamalarına dayanan bu araştırma, olayın 1142 ile 1339 yılları arasında olduğunu gösterdi. Ayrıca Y. pestis’in (veba bakterisinin) Asya’daki Tibet-Qinghai Platosunda ortaya çıkmış olabileceği sonucuna vardılar.
Bu çalışma üzerine, pandeminin 13. yüzyılda geniş çapta yayılmasının sebebinin Moğol İmparatorluğu’nun genişlemesi olduğu fikri öne sürüldü.
Antik DNA kalıntıları çözüme yardımcı oldu
Tabii ki, günümüze güvenli bir şekilde gelmiş Orta Asyalı antik DNA kalıntıları olmadan, sorularımız elbette yanıtsız kalacaktı.
Bu durumun değiştiğini, Rus Arkeolog Nikolai Pantusov tarafından 1885 ve 1886’da kazılan ve Rus Bilgin Daniel Chwolson (1819-1911) tarafından analiz edilen Kara-Djigach mezarlığının kayıtlarına rastladığımda gördüm. 1248-1345 dönemini kapsayan 467 mezar taşından 118 tanesi 1338’e aitti, bu da bir yıl için şüpheli derecede büyük bir ölüm oranı. Taşların çoğunda, andıkları kişi hakkında çok az detay var, sadece isimleri ve ölüm tarihleri yazıyor. Ancak o yıllardan gelen, daha büyük on yazıt daha var. Ve bunların üzerinde ölüm sebebi olarak “veba” belirtiliyor.
Bu çok ilgi çekiciydi. Sadece “vebadan” söz edilmekle kalmamıştı, aynı zamanda ilgili mezar taşlarının tümü 1338-39’a aitti. Yani Kara Veba’nın Kırım’a gelişi ve ardından tüm Batı Avrasya ve Kuzey Afrika’ya yayılmasının sadece 7 ila 8 yıl öncesine. Bu olası bağlantının doğruluğunu önceden sezmiş olduğumu söyleyebilirim.
Vebanın hangi bakteriden kaynaklandığı doğrulandı
Bu yüzden biz de, bu veba yılının mezarlarından alınan birkaç örneğin kalıntılarını genetik olarak düzenlemeye karar verdik ve 7 bireyin dişlerinden sonuç almayı başardık. Analizimiz, üç örnekte Y. pestis’in varlığını tespit etti, böylece vebanın gerçekten de bu bakteriden kaynaklandığını doğrulamış oldu. Ayrıca, (0. şubedeki) varyantın, kısa bir süre sonra Kara Veba türünün ortaya çıktığı Büyük Politomi’den hemen önce ortaya çıktığını da gözlemledik. Bunun üzerine çalışma, Kara Veba’nın bu 1338-39 salgınından kısa bir süre sonra (ya da muhtemelen o sırada) başladığını gösteriyor.
Elbette Kara-Djigach’ın pandeminin kesin ve net çıkış noktası olduğunu öne sürecek hiçbir şey yok. Aksine, felaketin daha geniş olan Tian Shan bölgesinde, belki de o bölgeden çok uzakta olmayan bir yerde başladığına inanıyoruz. Y. pestis’in vahşi kemirgen popülasyonları içinde yaşayan bir bakteri olduğunu da unutmamak gerekir. Veba da zaten sıklıkla farelerle ilişkilendirilir. Ancak Tian Shan’da yaygın olarak bulunan kemirgen, yani vebanın taşıyıcıları, dağ sıçanlarıdır. Bu nedenle, 1338-39 salgınının nihai kaynağının onların kolonileri olması muhtemeldir.
Önemli bir nokta da şudur ki, bugün Tian Shan veba rezervuarlarındaki dağ sıçanı kolonilerinde bulunan antik veba türleri, Kara-Djigach türünden evrimsel olarak daha eskidir. Bu nedenle, Kara-Djigach varyantının, aslen uzak bir bölgeden Kara-Djigach topluluğuna dahil edilmediği, ve geniş Tian Shan bölgesindeki dağ sıçanı kolonilerinde yerel olarak evrimleşmiş olması gerektiği sonucuna varıyoruz. Ve bir vakit sonra da, bakteriler basit bir şekilde insan ev sahiplerine bulaştı.
Kara Veba’nın kökenlerine ilişkin asırlardır süren tartışma sona erdi
Söz konusu çalışma, Kara Veba’nın yer ve zaman üzerine kökenlerine ilişkin asırlardır süren tartışmayı sona erdirdi. Peki, buradan başka neleri öğrenebiliriz? Ortaya çıkan salgın hastalıkları anlamak için büyük evrimsel resmi görebilmek esastır. Bu hastalıkların evrimsel ve tarihsel olarak nasıl geliştiğini görmek ve farklı varyantları, izole olmuş durumlar olarak ele almaktan kaçınmak önemlidir. Bununla birlikte, hastalıkların nasıl geliştiğini ve bulaştığını anlamak için çevresel ve sosyoekonomik bağlamları da dikkate almak çok önemlidir.
Ayrıca çalışmamızın böyle büyük sorulara yanıt arayan diğer tarihçilere ve bilim insanlarına farklı alanlardan meslektaşları içeren ve farklı becerileri, yöntemleri, deneyimleri ve yetenekleri bir araya getiren iş birlikçi bir yaklaşımın tarihsel ve paleogenetik araştırmanın geleceği olduğunu göstererek örnek teşkil edeceğini umuyoruz.
Doç. Dr. Philip Slavin - theconversation.com
Çeviri: Hasancan Aktepe - evrensel.net