Diyanet İşleri Başkanlığı; Selefilik ve Vehhabiliği yaygınlaştırdığımız yalan
Diyanet İşleri Başkanlığından yapılan açıklamada, başkanlığın, Kur'an-ı Kerim ve sünnet-i seniyye çizgisinde sahih din anlayışını şiar edindiği, din eğitimini ve irşat hizmetlerini bu çizgiden taviz vermeden yürütmenin gayreti içerisinde ilkeleri sarih ve duruşu maruf bir kurum olduğu belirtildi.
Diyanetin ilim geleneğinden aldığı müstesna mirasla bugünün insanı ve gelecek nesiller için İslam'ın ana kaynaklarından beslenen sağlam bir itikadi ve ahlaki zeminin oluşması yolunda çalışmalarını sürdürdüğü vurgulanan açıklamada, "Başkanlığımız, başta cami ve Kur'an kurslarımız olmak üzere hizmet verdiği her alanda sağduyulu ve tutarlı bir üslupla din hizmeti yürütmektedir." ifadesi kullanıldı.
Başkanlığın zahiri, parçacı, ayrıştırıcı ve tekfir edici yorumlarla gelişen ve İslam'ın rahmet dini olduğu gerçeğini göz ardı eden yaklaşımların bilhassa gençleri ve geleceği tehdit ettiğine dair yayınları ve üst düzey açıklamaları olduğu belirtilen açıklamada, "İfrat ve tefritten uzak, sade ve mutedil bir dini hayata rehberlik etmek, her türlü din istismarına ve fitne ateşine karşı müteyakkız davranarak toplumumuzu bilinçlendirmek, Diyanet İşleri Başkanlığımızın vazgeçilmez görevidir." denildi.
İslam dünyasında tefrika ve tezviratın açtığı yaralar böylesine büyümüşken, milletin birliğine ve ümmetin bütünlüğüne zarar verecek söylemlerden kaçınmanın her Müslüman'ın vazifesi olması gerektiği aktarılan açıklamada, şunlar kaydedildi: "Son günlerde bazı medya mecralarında yer alan ve başkanlığımızı Selefi-Vehhabi fikir akımlarının ülkemizde yaygınlaşmasına hizmet etmekle suçlayan haber ve paylaşımlar, gerçeği yansıtmaktan uzak olup son derece rahatsız edici ve üzücüdür."
Vahhâbî ve Selefiler, diğer itikad ve mezheplerin Müslümanlarını bid'at, küfr ve şirk ile itham etmektedirler (tekfircilik). Selefî hareket, günümüzde diğer İslâmî gruplar tarafından da terörolarak nitelendirilen yoğun ve silahlı cihat eylemleriyle adını duyurmuştur.
Selefilik nedir?
İtikadî konularda Kur’an ve Sünnet’in lafzına bağlı olan ve te’vili kabul etmeyen akımdır. Sözlükte “önce gelmek, geçmek, geçmişte kalmak” anlamındaki selef (sülûf) kelimesinden gelen selefiyye “geçmiş insanlar, soy, fazilet ve ilim bağlamında önce gelip geçenler” demektir. Selef, terim olarak ilim ve fazilet açısından müslümanların önderleri sayılan ashap ve tâbiîn için kullanılır. Selefin üstünlüğü ümmetin en hayırlısının Hz. Peygamber döneminde yaşayanlar, sonra onların ardından gelenler (sonra da onları takip edenler) olduğu yolunda rivayet edilen hadise dayanır (Müsned [nşr. Arnaût], IV, 76-77; Buhârî, “Şehâdât”, 9, “Aṣḥâbü’n-nebî”, 1; Müslim, “Feżâʾilü’ṣ-ṣaḥâbe”, 210-214). “Sahâbe ve tâbiîn mezhebinde bulunan fakih ve muhaddislerin yolu” şeklinde de tanımlanan Selefiyye ayrıca “Ehl-i sünnet-i hâssa” olarak da anılır (Gazzâlî, s. 53; İzmirli, I, 98). Bu ekolün mensupları kendilerini “ehlü’s-sünne, ehlü’l-hadîs ve’s-sünne, ehlü’l-hak” gibi terkiplerle anarken muhalifleri onları Eseriyye, Haşviyye, bazan da Müşebbihe diye nitelendirmiştir.
Selefîlik (Salafizm ve Selefiyecilik olarak da bilinir.Temelleri İbn-i Teymiye tarafından atılan bir İslâm inanç hareketidir.
Selef, "önde olan" anlamına gelir ve geleneksel olarak İslâm Peygamberi, sahabeler ve onları görerek tâbî olanlardan (tâbiîn ve tebeut tâbiîn) oluşan gruba verilen isimdir. Bunların dinde hata yapmayacaklarına inanılır ve kurtuluşun onların anlayış ve icraatlarını hiçbir yorum, ilave veya eksiltme yapmaksızın uygulamanın kurtuluşa götüreceği inancı hareketin temel ilkelerinden biridir.
İslâm tarihindeki en eski hareketlerden biri olan Selefî gelenek; Ehl-i Sünnet-i hassa, Ehl-i Hadîs, Ashabu'l Hadîs gibi isimlerle de anılmıştır. Selefîler, diğer Sünnî mezhepler tarafından etkilenmelerine rağmen kendilerini bir mezhebe bağlı saymazlar. Bununla birlikte Hanbelîuygulamalarını pratik sebeplerle tercih ederler.
Vehhabilik nedir?
Muhammed b. Abdülvehhâb’a (ö. 1206/1792) nisbet edilen dinî-siyasî akım.
Vehhabîlik (Vahhabizm) ] İslam'a bağlı Sünni-Hanbelîmezhebinin bir altkolu olan ve 18'inci asırda Muhammed ibn Abd al-Wahhab tarafından başlatılmış fikir akımıdır. Vahhabi(zm) terimi Abd al-Wahhab'ın şahsı tarafından kullanılmadı, hatta taraftarları "Selefi" terimini kullanmayı tercih ederek "Vahhabi" kullanımını reddederler. Bu, daha çok dışarıdakiler tarafından kullanılır.
Ortaya çıkışından günümüze kadar İslâm dünyasında çok yönlü ve geniş bir etkiye sahip dinî ve siyasî bir harekettir. Adını hareketin dinî yönünün temellerini atan Muhammed b. Abdülvehhâb’a nisbetle almış, bu adlandırma akımın dışındaki dinî çevrelerde, ilmî ve siyasî sahalarda geniş kullanım alanı bulmuştur. Mensupları ise akımı Ehl-i sünnet dairesinde kalan bir ıslah ve dinin aslına dönüşmesini hedefleyen bir ihya hareketi olarak gördüğünden Muvahhidûn (ehl-i tevhîd) veya izledikleri geleneksel dinî usule göre Ehl-i hadîs ya da Selefiyye diye anılmayı tercih etmiştir. Bunun yanında birçok İslâm ülkesinde, Vehhâbîlik’le doğrudan ilgileri olmadığı halde ortak bazı görüşleri ve tutumları sebebiyle kimi gelenekçi ve modernist dinî gruplar ya da son yıllarda siyasal İslâm, radikalizm, dinî aşırılık veya terörle ilişkilendirilen çeşitli grup ve hareketler için de Vehhâbî adı uluslararası basın ve politik çevrelerde yaygınlık kazanmıştır. Çeçen bağımsızlık hareketiyle Orta Asya ülkelerindeki rejim karşıtı dinî-siyasî hareketler için bu ismin kullanılması söz konusu yanlış adlandırmanın göze çarpan örneklerinden biridir...
Muhammed b. Abdülvehhâb ülkesinde ve gittiği yerlerde -kendi anlayışına göre- şahit olduğu bozuk inanışlar, sakıncalı dinî uygulamalar, idarî haksızlıklar, hukukî yanlışlıklar, ibadet hayatındaki cehalet ve gevşeklikler karşısında temelini tevhid inancının teşkil ettiği ıslah fikrini ortaya atarak gereklerini uygulamaya başlamıştır. Âlemin yaratılışı ve idare edilişi gibi vasıfların sadece Allah’a ait bulunduğunu ifade eden “tevhîd-i rubûbiyyet”, ibadet ve dua edilecek, kendisinden korkulacak ve rahmetine ümit bağlanacak yegâne merciin Allah olduğunu belirten “tevhîd-i ulûhiyyet” tevhid inancının eksiksiz uygulanışı için gereken unsurlardır. Üçüncü bir unsur olan “tevhîd-i esmâ ve sıfât” ile alâkalı ilâhî sıfatlar ve müteşâbihat konularında Ehl-i hadîs ekolünün bilinen tercihlerini takip eden İbn Abdülvehhâb ağırlıklı biçimde ulûhiyyet tevhidi üzerinde durmuş, bununla ilgili olarak şefaatin sadece Allah’ın izniyle âhirette gerçekleşeceğini, Hz. Peygamber dahil hiç kimsenin doğrudan şefaat yetkisine sahip bulunmadığını söylemiştir. Bu sebeple Resûlullah ile sahâbîlerin ruhlarından ya da velîlerden dünyada şefaat beklemek şirke götüren bir davranıştır. Aynı şekilde Allah’a dua ederken isteklerin kabulü için Resûl-i Ekrem’i ve diğer bazı şahsiyetleri aracı kılma mânasına gelen tevessülü de sakıncalı gören İbn Abdülvehhâb, bunu Câhiliye müşriklerinin putları aracı kılmasına benzeterek şirk tehlikesine dikkat çekmiştir. Bundan dolayı türbe ve mezar ziyaretlerinde yapılan dua ve niyazlarda ölmüş bir şahsı şefaatçi veya aracı kılma ihtimali bulunduğundan kabrin başında namaz kılmayı ve dua etmeyi de şirk kapsamı içinde değerlendirmiştir (Kitâbü’t-Tevḥîd, I, 41-67; Keşfü’ş-şübühât, I, 161-169).
Muhammed b. Abdülvehhâb’ın söz konusu görüşlerini izleyen Vehhâbî âlimleri ölmüş şeyh ile irtibat kurmayı anlatan râbıta, ondan yardım dilemek anlamındaki istimdad gibi tarikat geleneği içinde yer alan bazı davranışları ulûhiyyet tevhidine zarar verdiği için eleştirmiştir. Tasavvufî istidlâl yolu olan mükâşefe de onlara göre güvenilmez bir metottur. Bir mürşide bağlanarak dinî hayatı yaşamak insanı şirke götürebilir. Esasen tasavvuf ve tarikatlar sonradan ortaya çıktığından bid‘at sayılan akım ve müesseselerdir. Şîa’yı da bu bağlamda ele alan İbn Abdülvehhâb, Şiîler’in Ehl-i beyt ile onların makam ve türbelerine gösterdikleri ölçüsüz tâzim ve onlardan yardım dileme uygulamalarını, bazı sahâbîleri küfre nisbet edip lânetlemelerini ve sahih sünneti reddetmelerini öne sürerek Şiîler’in irtidad küfrüne düştüklerini iddia eder (Risâle fi’r-red ʿale’r-Râfıża, XII, 12-62). Muhammed b. Abdülvehhâb, meşhur Kitâbü’t-Tevḥîd’inde yer alan konuların çoğunu ulûhiyyet tevhidini zedeleyen inanç ve amellere tahsis etmiş; riya, Allah’tan başkası adına kurban kesme veya yemin etme, nazarlık ve muska takma, resim ve heykel yapma türünden tutum ve davranışları ele alıp bunların şirk ile olan ilişkilerini ortaya koymaya çalışmıştır