Mu kıtasına dair efsaneler ve gerçekler
Mu, Büyük Okyanus'ta yer aldığı ve 14 bin yıl önce batarak yok olduğu ileri sürülen, hakkında birçok kişinin araştırma yaptığı efsanevi kıtadır.
Günümüz coğrafya verilerine göre; Jeolojik açıdan Mu kıtasının en azından iddia edildiği yerde olması mümkün görünmüyor. Kıta levha sınırlarına bakıldığında efsaneyi coğrafi açıdan doğrulamak imkansız gibi.
Efsaneyi savunanlara göre ise; son buzul çağının bitişiyle Dünya'da sular yaklaşık 70 metre yükseldi. Ilıman iklim bölgeleri tropik ormanlara dönüştü. Bu bölgelerin kıyı ovalarında yaşayan (Hindistan kıyıları , Hindiçin, Doğu Asya ve Batı Amerika ) yüksek insan kültürleri aşırı ısınma, bitki örtüsü ve hayvan popülasyonu değisimi nedeniyle yaşadıkları bölgeleleri terk edip, iç kesimlerde buzulların çekilmesiyle oluşan yeni ılıman bölgelere göç ettiler. Kalan bilgi ve kültürlerini de bu bölgelere götürdüler. Bu göç, geçen on binlerce yıl boyunca iklim nedeniyle sürekli yer değiştiren elverişli coğrafyalara yöneldi. Geçen yaklaşık 50 bin yılık süreçte kimi kültürler vahşileşti ve yok oldu. Kimi kültürler ise uygarlığın beşiği sayılan Sümer ve eski Hint kültürlerine dönüştüler.
MU KITASI İDDİASI NASIL DOĞDU?
Mu Kıtası teorisyenlerinin iddiasına göre; İnsanlığın ana yurdu Mu, günümüzden yaklaşık 25.000 yıl kadar önce uygarlığın beşiğiydi. Bugün Pasifiğin sularına gömülmüş bu büyük kıta, Albay James Churchward'ın hayat boyu süren araştırmalarıyla gündeme gelmiştir.
İddiaya göre; Hint tapınaklarının mahzenlerinden Avustralyaya, Sibirya'dan Güney Denizlerine kadar pek çok ülkeyi gezen Churchward, 1868'de İngiliz Ordusu subayı olarak Hindistan'da görev yaparken bir tapınak rahibiyle yakın dost olmuş ve ondan yüzyıllardır tapınak mahzenlerinde yatan çok eski tabletlerin nasıl tercüme edileceğini öğrenmiştir.
Bu tabletler bizim uygarlığımızdan önce, çok muazzam bir uygarlığın doğduğunu, geliştiğini ve yok olduğunu söylemektedir: Bu, Mu kıtasıdır.
Churchward kitabında, araştırmalarına nasıl başladığını, Dünya'nın dört bir yanında Mu'nun izini nasıl sürdüğünü; kayıp parçaları nasıl biraraya getirdiğini ve zamanın gizemleri içerisinde kaybolmuş olan bu uygarlığın günümüz kültürleri ve dinleri üzerindeki etkilerini anlatıyor.
İDDİALARA GÖRE MU KITASI NEREDEYDİ?
Churchward, Tibet tapınaklarında bulduğu yazı tabletlerini oradaki rahiplerden on iki yılda öğrendiği Naga Maya dili ile tercüme ederek elde ettiğini açıkladığı efsaneye göre Büyük Okyanus'ta, Asya kıtası ve Amerika kıtası arasında ve Avustralya'nın iki katı büyüklüğünde bir kıta olduğunu anlatır.
İlk kez James Churchward tarafından ortaya atılan geçmişte üzerinde ileri bir uygarlığın bulunduğu, tezinin Pasifik Okyanusunda bir kıtanın varlığı konusundaki görüş, çeşitli belge ve bulgular mevcut olmakla birlikte, henüz arkeologlar arasında yaygınlık kazanmamış görüş olduğu iddia edilir. Çin'e ve çevre adalara kaçanların kitabelerinde "Kıtamız battı, biz de buraya kaçtık" yazdığı iddia edilir. Yazılı kayaların 14 bin yıllık olduğu ve c14 karbon testleriyle sabit olduğu iddia edildi. Oysa kayalara carbon14 testinin uygulanması imkansızdır. Komplo teorisyenlerinin sıkça kullandığı algı operasyonu taktiklerinden biri burada uygulanarak, iddiaya bilimsel kanıt yaratılmakta ve bilim insanları da efsaneyi doğrular gösterilmektedir.
Churchward'un yararlandığı ve tezini desteklediğini ileri sürdüğü kaynaklar şöyledir: Dr. William Niven'in 1921-1923 yılları arasında keşfettiği, günümüzde Mexico Müzesi’nde bulunan 2600 tablet.
Yucatan'da hazırlanmış eski Maya kitabı 'Troano El Yazması' British Museum'da bulunmaktadir.
Bir başka Maya kitabı Cortesianus Kodeksi. Bugün Madrid Ulusal Müzesi'nde bulunmaktadır.
Paul Schlieman tarafından Tibet'teki bir Budist tapınağında keşfedildiği ileri sürülen “Lhassa Belgesi”.
Yucatan'da (Meksika) Churchward’un batan Mu kıtasının anısına inşa edilmiş olduğunu ileri sürdüğü Uxmal tapınağı'ndaki yazıtlar. Bu tapınaktaki yazıtlarda “geldiğimiz yer olan Batı ülkelerinin anısını korumak için inşa edilmiştir” ifadesi bulunmaktadır.
Meksiko şehrinin 96 kilometre güneybatısında yer alan Xochicalo Piramiti yazıtları. Bu piramit, üzerindeki yazıtlara göre, “Batı ülkelerinin yıkımının anısına” inşa edilmiştir.
Perezianus ve Dresden kodeksleri.
MU KITASINI DİĞER ARAŞTIRMACILARI
Auguste Le Plongeon ve Brasseur de Bourbourg adlı araştırmacılar da Churchward'la aynı dönemde Mu konusunda araştırmalarda bulunmuşlardır; hatta bazı iddialara göre konuyu ilk kez Le Plongeon gündeme getirmiştir.
Arkeolog Egisto Roggero, baron D’Espiard de Cologne, Hans S.Santesson, J.Churchward’dan sonra konuyla ilgilenen önemli araştırmacılar arasında sayılırlar. Mu araştırmacılarına göre, Büyük Okyanus'daki, Mu kıtasından arta kalan, çoğu insanlarca meskun olmayan adalardaki devasa kalıntılar da Mu varsayımını desteklediği iddia edilmektedir. Ancak bu iddiaların hiçbiri bilimsel yönden Mu efsanesine kanıt sağlamamaktadır.
MU KITASININ TORUNLARI VE ARİ KAVİMLER
Mu araştırmacılarına göre, Mu kıtasından her kıtaya göçler yapılmışsa da başlıca göçler Kuzey ve Güney Amerika'ya, Orta-Asya'ya, Mısır ve Anadolu'ya yapılmıştır. Churchward'a göre 70.000 yıl önce mevcut olan Uygur imparatorluğu Avrupa içlerine kadar uzanmaktaydı. Uygur imparatorluğu birine Churchward'un manyetik felaket adını verdiği iki büyük doğal afetle (-diğer afet dağların yükselmesidir-) darbe yemiş ve sağ kalanlar aralarında Avrupa'nın birçok kavminin de bulunduğu çeşitli ari kavimleri oluşturmuşlardır.
Kimilerine göre ,Mu ya da Orta-Asya kökenli bu kavimlerin hemen hemen hepsinde (yaklaşık 40 dilde) telaffuzları az çok ufak farklarla, "baba" anlamına gelen ata sözcüğü mevcuttur.
Churchward Uygurlar'ın torunları olan bu kavimlerden bazıları olarak Keltler'i, Basklar'ı ve Asyalı İskitler'i sayar. Yine Churchward'a göre Osiris Mu kıtasında eğitilmiş, Atlantis'te reform yapmış, Atlantis'li bir bilge ya da peygamberdir; öğretisi sonradan "Osiris dini" adını almış olup Hermes-Thot tarafından Mısır'a getirilmiştir.
ABD’de “uyuyan peygamber” lakabıyla anılmış Edgar Cayce’in “akaşik okumalar”ına göre, Atlantis gibi Mu kıtası'nın da batmasına neden olan etken, Atlantisliler'den satanik yol mensuplarının, ellerindeki nükleer güçleri yıkıcı amaçlarla kullanmaları yüzünden yerkabuğunun dengelerini bozmalarıydı.
ATATÜRK ÖZEL ARAŞTIRMA İÇİN MAYATEPEK'İ GÖREVLENDİRDİ
Tahsin Mayatepek, Türk Dilini Tetkik Cemiyeti Başkanı İbrahim Necmi Dilmen ile yazışmalarından sonra Atatürk'e raporlar göndermişti. Bugüne kadar 7. rapordan 13. rapora kadar ulaşılabilmiştir. Turan Dursun 1978 yılında 14. rapora ulaştığını açıklamış ve bununla ilgili bir inceleme yazmıştı.
Mayatepek, yaptığı araştırmalarda Güney Amerika uygarlıklarından Maya uygarlığının din ve kültürü ile Anadolu ve orta Asya kültür leri arasında benzerliklere ve dikkat çekiyordu.
Çok geçmeden arkeolog William Meksika'da yaptığı kazılarda bulunduğu yaklaşık 15 bin yıl öncesine ait tabletlerin bulunması üzerine, ardından İngiliz araştırmacının Hindistan'da bulduğu benzer tabletlerin çeviri çeviri derinden Atatürk'e haberdar etti.
Daha sonra oluşturulan raporda şaşırtıcı bilgiler ulaşıldı. Uygur, Akat, Sümer Türklerinin pasifik denizinde ilk insanların zuhur ettiği Mu kıtasındaki büyük medeniyet dil ve dinlerin cihana yayıldıkları, bu raporda Mu kıtasından göç eden insanların çeşit dünyanın çeşitli yerlerine yayıldığını ve Türklerin kökeninin çok geniş olduğu ifade edilmiştir.
Rapora göre Mu kıtası ndan ayrılanlar iki kola ayrılmış Asya gelenler kendilerine Uygur adını vermiş, Amerika kıtasına geçenler ise Maya adını almıştır.
Mayatepek raporlarından 7 numaralı raporda Churchward'ın kitaplarından bahsedilir. 1. rapordan 5. rapora kadar bulunamamıştır. Başka rapor olup olmadığı bilinmemektedir.
Tahsin Bey, Atatürk’ün isteğiyle 1935 yılında Türkiye'nin Meksika Elçiliği’ne atandı. Ancak Büyükelçi Tahsin Bey’in vazifesi çok daha farklıydı; Mustafa Kemal Atatürk Tahsin Bey’i Mu Kıtası, Mayalar ve Türkler arasındaki ilişkiyi araştırmakla görevlendirmişti.
Mayatepek, 2 Mart 1936 tarihinde Churchward'ın kitapları ile ilgili 7. raporu kendisine sunduğunda Atatürk, Churchward'ın kitaplarını getirtmiş ve 60 çevirmene kısım kısım taksim ederek Türkçeye tercüme ettirmiştir.Mayatepek raporlarının geri kalanları Maya kültürü ve dili ile ilgilidir. Tahsin Mayakon, Meksika’da Maya kültürünü incelemiş, incelemeleri sonuncunda çok sayıda sözcüğün Türk ve Maya dillerinde aynı olduğunu saptamıştı. Bu sözcüklerden biri de Türkçe’deki “tepe” sözcüğüydü (Maya dilindeki karşılığı “tepek” idi ve tepe anlamına geliyordu). Bunun üzerine Atatürk Tahsin Beyin soyadını “Mayatepek” olarak değiştirmiştir.
] Fakat Tahsin Mayatepek’in iki kültür arasında bulduğu ortak noktalar sözcüklerden ibaret değildi; her iki kültür arasında, Mayalar’ın ayyıldızlı davullarından, Şamanik kültüründen, kilim desenlerinden, sembollerinden tüy takma alışkanlıklarına kadar pek çok ortak nokta mevcuttu.Tahsin Mayatepek, çalışmalarını belge ve fotoğraflarla 3 ciltlik bir defter hâlinde toplayarak Atatürk'e gönderdi.Bunların ikisi 1970'lere kadar Türk Dil Kurumu kütüphanesinde bulunuyordu.Üçüncü defter kayıptır. Bu defterlerde dinî tören, ibadet ve tapınaklarda da benzerlikler bulunduğu belirtiliyordu.
Atatürk 1930'lu yıllarda ileri sürdüğü Türk Tarih Tezi kapsamında “kayıp kıta Mu ve Türklerin kökeni" konusunda araştırmalar yaptırmıştı. Bu amaçla Tahsin Beyi Meksika'ya göndermişti. Meksika Büyükelçiliğine atanan Tahsin Beyin gerçek görevi Türklerin Mu kökenli olduklarını kanıtlayacak belge ve bulgular toplamaktı.
Tahsin Bey, Meksika'ya gider gitmez araştırmalarına başladı. Önce "Kayıp kıta Mu" hakkında en kapsamlı araştırmaları yapan İngiliz James Churchward'ın kitaplarını inceledi.
Churchward 5 ayrı kitabında, binlerce yıl önce Pasifik Okyanusunun ortasında çok ileri bir uygarlığa sahip büyük bir kıtanın bulunduğunu kanıtlamaya çalışıyordu. Churchward, çok eski çağlarda bu kıtadan dünyanın değişik yerlerine göçler olduğunu belirtiyor, antik uygarlıkların (Mısır, Sümer, Maya) Mu ‘dan göç edenlerce kurulduğunu ileri sürüyordu. En önemlisi Orta Asya'daki Uygur Türklerinin de Mu kökenli olduklarını iddia ediyordu. Tahsin Bey araştırmalarını ilerlettikçe yeni bilgilerle karşılaştı Mayalar, Aztekler, İnkalar ve Kızılderililerin de Türk kökenli olabileceklerine yönelik ipuçları elde etti ve tüm bu araştırmalarının sonuçlarını raporlar halinde Atatürk'e sundu. Ayrıca J. Churchward'm Kayıp kıta Mu konusundaki 4 kitabını Atatürk'e gönderdi. Atatürk 60 kişilik bir tercüme heyeti kurarak bu kitapları Türkçeye tercüme ettirdi ve günlerce bu kitaplar üzerinde çalıştı. Sayfa kenarlarına notlar aldı, bazı satırların altını çizdi ve sonuçta Türklerle kayıp kıta Mu arasında gerçekten bir yakınlık olabileceğine inandı. Atatürk, Türklerin Orta Asya'dan önceki anayurtlarının kayıp kıta Mu olduğu tezine son şeklini verip, kamu-oyuyla paylaşmak istiyordu; fakat buna ömrü yetmedi.
Atatürk'ün Kayıp kıta Mu'yla ilgili çalışmaları 1938'den sonra unutuldu.
J. Churchward'ın Atatürk'ün okuduğu 4 kitabı önce Türk Dil Kurumu Arşivine, oradan da Anıtkabir Kitaplığına alındı. Söz konusu kitaplar bugün Anıtkabirde Atatürk kitaplarının bulunduğu bölümde durmaktadır.
Tahsin Beyin Meksika'dan Atatürk'e gönderdiği 14 rapor ise üç cilt defter halinde Türk Dil Kurumu Kütüphanesinde durmaktadır.
Atatürk ve kayıp Kıta Mu ilişkisi Türkiyede daha önce 1983 yılında gündeme geldi. Gürbüz Tüfekçi, Atatürk'ün Okuduğu Kitaplar adlı çalışmasında Atatürkün kayıp kıta Mu hakkında okuduğu kitaplarından bahsetmişti. Tüfekçi çalışmasında J. Churchwardın Mu konulu kitaplarında Atatürk'ün dikkatini çeken yerleri göstermişti.
Tüfekçi'den sonra Atatürk ve Kayıp kıta Mu ilişkisini 1985 yılında Bilinmeyen Dergisi inceledi. Dergi, konuyu, "Atatürk Mu'da Ne Aradı?" başlığıyla okuyucularına sundu. Atatürk'ün kayıp kıta Mu hakkındaki araştırmaları ilk kez bu yazıda sistemli olarak işlenmişti.
Yazıda, Atatürkün kayıp kıta Mu'da Türklerin izlerini aradığı belgelerle kısaca anlatılmıştı. Bilinmeyen Dergisindeki üç sayfalık bu yazı daha sonra Atatürk ve kayıp kıta Mu konusundaki az sayıda araştırmanın tek kaynağı oldu.
Atatürk ve Mu konusunda bir şeyler söylemek isteyenler hep bu üç sayfalık yazıyı temel aldılar. Bu nedenle 1985 ten günümüze kadar Atatürk ve kayıp kıta Mu konusunda daha fazlasını söyleyen çıkmadı.
Atatürkün 1937 yılında incelediği J. Churchwardın 4 kitabında neler yazdığı yakın zamanlara kadar bilinmiyordu. Ege Meta Yayınları 2000 yılında Atatürk'ün büyük bir dikkatle okuduğu J.Churchward'ın 4 kitabını Türkçe'ye çevirerek yayınladı. Böylece Atatürk'ün okuduğu bu kitaplarda neler yazdığı anlaşıldı.
ARKEOLOJİK BULGULARLA TANRI'NIN VARLIĞINI KANITLAMA ÇABALARI
Atatürk ve kayıp kıta Mu, konusuna da Atatürkün incelediği J. Churchwardın kitaplarındaki dinsel vurgulara dikkat çeker. Churchvvardın kitaplarında arkeolojik bulgulara dayanarak Tanrı'nın varlığını kanıtlamaya çalışılır.
Atatürkün kayıp kıta Mu hakkındaki araştırmalara ne kadar önem verdiği, 24 ciltlik Atatürk'ün Okuduğu Kitaplar serisinin yayınlanmasıyla çok daha iyi anlaşıldı. Bu çalışmanın 10. ve 24. ciltlerinde, Atatürkün J. Churchwardın Mu konulu dört kitabını okurken önemli bularak altını çizdiği yerler ve sayfa kenarlarına aldığı notlar gösterilmişti.
Atatürk ve kayıp kıta Mu konusundaki son araştırma 2005 yılında Aktüel Dergisinde yayınlandı. Araştırmayı yapan Kemal Sezer, "Ergenekon mu, Mu mu?" başlığıyla Atatürkün kayıp kıta Mu'yla ilgili araştırmalarına yer verdi. Bu çalışmanın kendisinden önceki Mu araştırmalarından farkı, biraz daha kapsamlı olması ve Tahsin Mayatepek'in torunu Osman Mayatepekle yapılan bir röportaja yer verilmiş olmasıydı.
Peki ya Tahsin Beyin Meksikadan Atatürk'e gönderdiği raporlar!
Türkiyede ilk kez bu konuyu işleyen Turan Dursun'du. Dursun, 1990'da yayınlanan Din Bu II adlı kitabında Tahsin Beyin Atatürk'e gönderdiği 14. raporu yayınlamıştı.
Turan Dursun, Tahsin Beyin Atatürke gönderdiği 14. raporu kamuoyuyla paylaşmasına rağmen, onun Atatürkün asıl niyetini anlamaktan uzak olduğu, daha doğrusu böyle bir çaba içinde olmadığı görülmektedir. O sadece bu raporda Tahsin Beyin verdiği bilgiler ve yaptığı yorumlarla ilgilenmişti.
Atatürkün asıl amacının kayıp kıta Muyla Türkler arasındaki ilişkiyi ortaya çıkarmak olduğunu anlamamıştı. Aslında Dursun'un 14. rapordan bunu anlaması imkansızdı. Çünkü 14. raporda Tahsin Bey Türkler ve kayıp kıta Mu konusunda hiçbir şey yazmamıştı. 14. raporun içeriği çok farklıydı. Tahsin Bey bu raporunda İslam dinindeki birçok ibadetin Mu kaynaklı olduğunu kanıtlamaya çalışıyordu.
Dursun, Tahsin Beyin diğer raporlarına ulaşamadığı için Atatürkün kayıp kıta Mu'yla ilgilendiğini anlayamamıştı.
Turan Dursun dışında 14. raporu Saçak Dergisi ve daha sonra da Doğu Perinçek "Din ve Allah" adlı kitabında kamuoyuna sundu.
Bu güne kadar -14. rapor dışında- Tahsin Beyin Atatürk'e gönderdiği diğer raporlardan hiçbir yerde söz edilmemiştir. Bu çalışmanın en önemli özelliklerinden biri Tahsin Beyin Atatürk'e gönderdiği birçok rapora ilk kez yer verilmesidir.
Bu çalışmada Atatürk ve Kayıp kıta Mu ilişkisi Atatürkün de okuduğu J. Churchwarın kitaplarına ve Tahsin Bein Meksidan gönderdiği raporlara dayanarak ilk kez bu kadar ayrıntılı olarak incelenmeye çalışılmıştırAtatürk ve kayıp kıta Mu konusunda daha önce hiç değinilmemiş konulara değinilmiştir. Örneğin bugüne kadar hiç sorgulanmamış Tahsin Bey Atatürk ilişkisine dikkat çekilmiş, Atatürün Tahsin Beyin bazı raporlarını dikkate almadığı belirtilmiş, (Örneğin Türkiyede en çok tartışılan 14. rapor) Tahsin Bey ve raporları eleştirel bir gözle değerlendirilmiş ve, Churchwardın kitaplarında Atatürkün en çok ilgilendiği yerler gösterilmiştir. Ayrıca kayıp kıta Mu ve Mayalar hakkında kapsamlı bilgiler verilmiştir.
Atatürk, ilgi alanı çok geniş, düşünce dünyası çok derin bir devlet adamıydı. O, bilim insanlarındaki merak, heyecan ve dikkate sahipti. En önemli özelliklerinden biri çok okuması ve neredeyse her şeyi sorgulamasıydı. En önemlisi de onun, atomun parçalanmasından daha zor ön yargıları ve genel kabulleri" yoktu. Onu kayıp kıta Mnun peşinden sürükleyen bu özellikleriydi.
James Churchward Mu'nun kozmik güçleri 1-2 kitapları için şöyle söylemektedir: Hindistan'da Naacallar tarafından anavatandan getirilen bir sürü kil tablet buldum. Bu tabletlerin sayısı esasen 10 bindir. Bu Naacal tabletlerinin çok azı hariç hepsi yaratılış ve Kozmik Güçlerin işleyişi hakkındaydı. Bunların açığa çıkmasıyla bu kitabı yazmaya başladım. Bu tabletlerin bulunmasına ilişkin ayrıntıları ilk kitabım olan Kayıp Kıta Mu'da vermiştim. Altmış yıl önce Hindistanda palmiyelerin gölgesinde oturuyordum; eski hocam Rishi bu eşsiz Naacal kalıntılarını deşifre ediyor ve çeviriyordu. Bugün ise Amerikada bir kütüphane masasında, yalnızca tek bir takımında 3 binden fazla yazı barındıran diğer Antikçağ yazılarını deşifre etmeye çalışıyorum. Bu tabletlerin bazılarından, tabletlerin en az 12 bin yıllık oldukları anlaşılıyor ama ne kadar eski olduklarını bilmiyorum.
Bunların büyük çoğunluğu Yaratılış hakkındadır; binden fazlası da Kozmik Güçleri konu alır, kökenlerini ve işleyişlerini sunar, ayrıca hayatın ne olduğunu ve elementlere nasıl can verildiğini gösterir.
James Churchward, Mu'nun Kozmik Güçleri I, James Churchwood'un neredeyse tüm yaşamını adadığı kayıp kıta MUyla ilgili kozmik güçleri incelediği birinci kitabıdır.
James Churchwood bu kitap için şunları söyler: "Kozmik güçler üzerine ilk kitabım esasen evrendeki tüm semavi bedenleri yöneten Birincil Güçleri konu almıştı. Bana bu güçlerin kökenini ve işleyiş tarzını görme fırsatı sunduğundan, o kısmın bir başlangıç olması planlanmıştı. Bu cilt ise yerküreyi etkileyen Kozmik Güçleri ele alıyor. Kozmik Güçler üzerine ilk kitabımı bir ekle bitirmiştim: Yerkürenin Doğuşunun bir özeti. Yerküre devasa bir ağacın büyük dalındaki küçük bir çalı çırpıdan ibarettir. Bu nedenle güçlerini doğrudan Kozmik Güçlerin Kaynağından almaz. Yerkürenin ihtiyaç duyduğu şeyi ona kendi güneşi tedarik eder. Güneş onun aktarma kayışıdır ve bu nedenle Yerkürenin Kozmik Güçleri ikincil niteliktedir. Güneş yerküreye doğa tarafından ayarlanan payını tedarik eder. Yerküre bu hacmi alır, yeniden düzenler ve doğanın gereksinimlerini karşılamak üzere sert kabuğundan geçirerek dışarı aktarır
Mu'nun Kozmik Güçleri II ise James Churchward'ın tüm yaşamını adadığı Kayıp Kıta MU araştırmalarının kozmik güçleri incelediği ikinci kitabıdır...
MU'NUN KUTSAL SEMBOLLERİ
Churchward, Mu dininde en önemli sembolün, MU’nun Kozmogonik Diyagramı olduğunu söyler.
İç içe geçmiş eşkener üçgenin içinde kapalı bir merkezi çember olduğu görülüyor. Tek bir figür oluştururlar ve bir tek anlamı vardır. Bu iki üçgen , çemberler arasını on iki bölmeye ayıran bir dış çemberle çevrilidir. Bu dış çember de tekrar on iki deniz kabuğuyla çevrilidir. Ama figürden aşağı doğru inen sekiz bölümlü bir kurdele vardır.
Merkezdeki çember, tanrının ortak sembolü olan güneş RA’nın resmidir ve Tanrı cennette olduğundan Tanrı ve cennet bu çemberle sembolize edilir.
İki çember arasında birbirine geçmiş iki üçgenle oluşan on iki bölme, cennete açılan on iki kapıyı sembolize eder. Her kapı bir erdemi sembolize eder. Buyüzden ruhun cennete girebilmesi için bu on iki erdeme sahip olması gerekir.
Dış çember, Mısırlıların Amentisini, öte dünyayı, orta dünyayı sembolize eder.
Orta dünyayı çevreleyen on iki deniz kabuğu, on iki karşı konulmaz isteği sembolize eder. Ruh öte dünyanın on iki kapısından geçebilmeden önce, dünyevi karşı konulmaz on iki isteğin üstesinden geldiğini kanıtlamak zorundadır.
Aşağı doğru inen kurdele de ruhun cennete ulaşması için yükselmesi gerektiğini sembolize eder. Burada kullanılan “ yükselme” kelimesinin antik anlamı, bir yüksekliğe yükselme anlamında değildi. Mükemmelliğe doğru daha yüksek bir seviyeye gelme anlamındaydı. Bu kurdelenin sekiz bölümü var. Bunlar, kişinin ruhunun öte dünyaya girmesinden önce aşması gereken sekiz yolu belirtir.
Naacal mabetlerinde ay, bir sembol olarak güneşin hemen yanında yer alır. Hem baba, hem ana olan Tanrının eril sembolü güneş ise, dişil sembolü de ay'dır. Kozmik diyagram üzerinde de görüleceği gibi üçgenin ve üç sayısının Naacal öğretisindeki yeri büyüktür. Üç sayısına verilen önem Mu kıtasının kendisinden kaynaklanmaktadır. Mu kıtası üç parçadan oluşmuş, ve aralarında boğazların bulunduğu adalar topluluğudur. Bu nedenle üçgen, hem Mu kıtasını, hem de, Tanrının eril ve dişil yönleri ile onlardan südur eden İlahi Kelamı, yani evreni simgeler.
Üçgen içindeki göz, ana kaynağın, yani Tanrının, varlığını insan üzerinde daima hissettirdiğini, bir biçimde onu gözlediğini simgeler. Bu sembol, Osiris ile önce Atlantis'e buradan Hermes ile Mısır'a, Mısır'dan Yunanistan'a ve nihayet günümüzde Masonluğa kadar ulaşmıştır.
Mu dininin dört temel kavramı vardır;
1-Tanrı tektir. Her şey ondan varolmuştur ve ona dönecektir.
2-Ruh ile beden birbirinden ayrıdır. Beden ölür ve ayrışırken ruh ölmez.
3- Ruh, mükemmelliğe ulaşmak için değişik bedenlerde yeniden doğar.
4- Mükemmelliğe ulaşan ruh Tanrıya döner ve onunla birleşir.
Madam Balavasky'nin ortaya attığı Ari Irklar da dahil işin ezoterik boyutta dönüp dolaşıp reankarnasyona bağlanması dikkat çekicidir ki çoğu ezoterik iddia ile komplo teorilerinin kesişim noktasının burası olması kayda değerdir.