2020 kendimizden kendimize doğru bir köprü inşa etme yılı

02 Ocak 2020 Perşembe
2020 kendimizden kendimize doğru bir köprü inşa etme yılı
2020 kendimizden kendimize doğru bir köprü inşa etme yılı

SEN ÇOK ÖZEL BİR ARMAĞANSIN...

Havadaki sihir kokusunu duyumsuyor musunuz? Yeni bir döngüye geçişe adım atmak üzere iken, zihninizde, bedeninizde, duygusal dünyanızda ne(ler) deneyimliyor ve hissediyorsunuz?

Sokaklar ışıl ışıl süslenirken, yılbaşı ağaçları sımsıcacık yuvaların baş köşesini yeni umutlar ile aydınlatırken... Sevdiklerimize, değer verdiklerimize de hediye/armağan seçtiğimiz bir zaman sürecinden geçtik şimdi yeni bir 365 günü kucaklamak üzere açtık kollarımızı şefkatle...

Peki ya kendimize nasıl bir armağan vermeyi seçiyoruz bu yıl? Yaşam döngümüzde en çok sevdiğimiz varlık olan kendimize, nasıl bir armağan seçtik ya da belki bugün seçeceğiz!

Mesela yüreğimizin en derinliklerinde sesiz kara kuytu bir köşede saklanmış biricik sihrimizi keşfetmek üzere, öz benliğimizi ışımak, öz sevginin gücünü uyandırmak adına emek vermeyi seçerek, niyet ederek kendi dönüşümümüzü gerçekleştirmek üzere yolda olmaya kendimizi adamak, belki de bu yıl için kendimiz adına seçebileceğimiz en anlamlı ve özel hediye olabilir, ne dersiniz?

Yeni bir yıl, eş zamanlı olarak yepyeni mis gibi taptaze eşsiz umutlar ile bezenmiş bir döngü ile kucaklaşmaya hazırlanırken birçok şey bekliyor ve istiyoruz bunun için de genellikle dilek dilemeyi seçiyoruz. Cümlelerimiz de genellikle; "......., istiyorum.........diliyorum" vb. oluyor. Örneğin,; "Mutlu hissetmek ve sağlık diliyorum." gibi...Halbuki birşeyi sadece istemek o şeyin bizim yaşam döngümüzde ışımasını, var olmasını sağlamaz. İstemek, dilemek; özünde yaşam enerjisi içermeyen eylemlerdir. Bunun yerine niyet ediyorum/ seçiyorum/adıyorum; gibi eylemler ile şimdiki zaman kipinde yüreğimizdeki tutkunun izini telaffuz etmeyi seçer isek eş zamanlı olarak evren ve kendi bütünsel enerjimiz ile bir olabilmek adına sorumluluk üstlenmeyi seçerek eyleme koyuluruz ki; kelimelerimiz maddi alemde can bulsun.

Herhangi bir şeye niyet ettiğiniz andan itibaren öncelikle boşluk oluşturmak, alan açmak adına "arınma gerçekleştirirsiniz. Niyet; sezgiselliğin gücünü yansıtır. Niyetinizin alevi ne kadar derin ise eylemlerinizin gücü de bir o kadar iz bırakır. ardından niyetiniz evrenin rahmindeki özgür ve çoşkulu dans ile samimiyet ve tevekkülle sınanır sonrasında niyetiniz duyumsanabilecek boyutta madde formun dönüşür.

"Niyet ediyorum" ifadesi gibi "seçiyorum" ifadesi de oldukça güçlüdür. Sonsuz olasılıklar içerisinden sadece bunu seçiyorum dediğiniz anda büyük bir simya sürecini başlatırsınız. Hatırlayalım ki; her söz kendisine has bir tılsıma sahiptir bu bağlamda sözcüklerin en güçlü eylemler olduğunu hatırınızda tutarak şimdi sesli bir şekilde, haydi söyleyin bakalım ; siz 2020 yılı sürecine/döngüsüne ne(ler) armağan etmeyi seçiyorsunuz/ niyet ediyorsunuz?

Yazının ilerleyen bölümünde, yüreğim kıpır kıpır çocuksu bir heyecan ile izlediğim, bir animasyon filminden bazı düşündürücü, farkındalık uyandırıcı bölümler ile devam etmeyi seçiyorum.

Disney' in en iyi animasyon ödüllü filmi "Frozen 1-2" filmi özümüzdeki sihirli güç ile nasıl dönüşebileceğimizi ne kadar içten, samimi bir o kadar da soğuğun eşsiz güzel doğası ile yüreklerimizdeki biricik, eşsiz kar tanesini uyandırmayı başarıyor. Frozen (2014) filmini izlememiştim doğrusu, geçtiğimiz haftalarda devam filmini "Frozen-2" izledikten sonra filmin ilkini de izlemeden duramadım. Bir varlığın kendi öz doğası ile buluşma serüveninin mutlak kabulün gücü ile değişimin sonsuz dalgalarının evliliği ile gerçekleşebileceği ve en önemlisi "zaman" ın döngüsel doğası; naif, saf, yalın bir güzellik ile suyun eşsiz şefkat gücü ile aktarılıyor...

AFFET BENİ...

Filmin ana karakteri dokunduğu herşeyi buza dönüştürme gücü ile doğmuş olan bilge Elsa; muzip kardeşi Anna ile çoşkuyla oyun oynarken, aniden kardeşinin, yarattıkları oyun sahasındaki buz üzerinde düşeceğini fark ederek onu durdurmak ister, lakin kardeşinin kafasını sihirli gücü ile onu korumaya çalışırken yaralar. Ve sadece "affet beni Anna!" diyebilir.

Oysa ki, af dilediği kardeşi mi sizce? Birisinden "af dilediğinizde" aslında kendinizden af dilemiş, kendi davranışlarımızın sorumluluğunu üstlenmek üzere bir adım atmış oluyoruz. Ve bu sorumluluk süreci, davranışımızın zeminindeki yüzleşmekten kaçındığımız, hasır altı ettiğimiz çözümlenmesi gereken birçok bitmemiş/tamamlanmamış mesele ile bizleri baş başa bırakabilir. Bu nedenle "affetme" süreci bizi yüzleşmekten kaçındığımız yönlerimiz ile buluşmaya davet eden bir gölge oyunu gibidir. Ne kadar kaçarsak kaçalım gölgemiz her daim bizimledir, biz onu görüp kabul etmediğimiz sürece, "rahat-sız-lık" duyumsatmak üzere ara sıra kapımızı çalmaya geçmişin izlerini hatırlatmak üzere görevli davetsiz misafirler gelebilir taaa ki biz bu "sız"ının izini sürmeye niyet edinceye değin, bu döngü kendisini yenilemeye devam eder.

Şimdi kendi yaşam sahnenize dönün ve şu anın içerisindeki geçmişe doğru bir köprü kurun ; eşsiz nitelikleriniz ile bazen gördüğünüz birşeyi olası bir gerçekliği dönüştürmek isterken, sevdiğiniz, kıymet verdiğiniz ve sizin için değerli olan insanların zihninde ve kalbinde yara açtığınız hiç oldu mu?

Tezahür edenin kalbine doğru biraz daha bütünsel baktığımızda, bu yaranın özünde yer alan şifayı da fark edebiliriz. Birşey canımızı yaktığında genellikle ondan kaçmak, uzaklaşmak isteriz, bu belirli bir süre için kendi bütünselliğimizi korumak adına işlevsel bir savunma mekanizması olabilir. Ancak dahi yaşamın oyunları, peşimizi bırakmaz o an kaçsak da farklı bir olay/durum/süreç ile o yaranın henüz şifalanmamış olduğunu bizlere anımsatır. Peki ne yapmalı?
Acının içine doğru keşfetme merakı ile yürümeli, çünkü en sonunda acıyan, acıtan olmadığını sadece "acı" olduğunu, bu tadın da Dünya gezegenin hamurunda olduğunu fark ederiz. Başka bir deyim ile "acı" duyumsamak sadece bilinç düzeyinde bir yanılsamadan ibarettir.

Dönelim filmimize, Elsa da kardeşini yaraladıktan ve ebeveynlerini sonsuzluğa uğurladıktan sonra kendisini krallığına adeta hapsetmeyi, bütün dünyayı dışlamayı seçiyor. Dokunduğu herşey buza dönüştürebilen bir kraliçe, ancak gücünün sınırlarını bilmiyor dolayısı ile gücünü gerektiği ölçüde kullanamıyor. Kontrol edemediğimiz herşeyin bizi kontrol etmeye başladığı yanılsamasına kapılıveririz zaman zaman ve yaşamın akışını durdurmaya bir keçi misali direnç gösteririz. Halbuki herşeyi olduğu gibi kabul ederek mutlak teslimiyet ile bırakmayı seçtiğimizde öz sınırlarımızı fark edebiliriz. Tıpkı kendinizi suyun üzerine özgürce bırakmayı seçtiğinizde su ile temas halinde olan beden sınırlarınızı fark ettiğiniz gibi.

Öz gücümüzün sınırlarının farkında olmadığımızda onu nasıl, nerede, ne kadar kullanabileceğimizi de bilememiz kadar doğal ne olabilir ki! Bu gücün uyanması için evrenin ritmi genellikle en sevdiklerimiz ile yoklamaya çeker bizleri. En sevdiğimiz, en güven duyduğumuz insan varlıkları kimi zaman bizi farkında olarak ya da olmayarak (öyle olması gerektiği için), en çok incitenler haline dönüşür. Bu süreçteki ana tema: "kendi gerçekliğimize uyanabilmemizdir." İncinebilir olmaya açık olmak hassasiyetimiz ile kucaklaşmak, yaşamın özü ile buluşmak bir olmaktır. Ne kadar hassas isek o kadar canlı olabilir ve yaşamın doğal akıştaki ritmini duyumsayabiliriz.

SEVGİ ERİTİR BUZU

'Kendimizden başka varılacak, gidilecek, tadılacak birşey var mı dışarıda?'


Ve tabi ki sizin de tahmin edeceğiniz üzere biz, insan varlıklarının en yüce gücü; "sevgi". Mutlak sevginin kudretli ışığı ile yaratma potansiyeline sahibiz ancak bazen bu sevgiyi nasıl tezahür ettireceğimizi bilemeyebiliyoruz ve kendimize yabancılaştıkça sevginin ışığı da azalıyor. İşte o zaman, kalbimizin sesini dinlemeyi unutuveriyoruz, işte o zaman sanki bütün Dünya ayaklanmış üzerimize doğru geliyor gibi hissediyoruz, işte o zaman ne yapacağını bilmeksizin oradan şuraya koşturup duruyoruz oysa ki; kendimizden kaçmayı seçtikçe, dışarıdaki herşey bize daha yabancı gözüküyor. Hatırlayalım; dışarısı içerisinin sadece renkli vizyonundan ibarettir. Her neye niyet etmiş, her neyi seçmiş olursak olalım, özde her birimiz aynı şeyi arıyor, aynı şeye özlem duyumsuyor, ve tek bir yere varmayı hedefliyoruz: "kendimiz".

Tüm bu olağanüstü büyülü, tutkulu yolculuk kendimizden kendimize gerçekleşiyor, farkında mıyız?

Gerçek sevgi ile yapılmış birşey, donmuş bir kalbi bile eritebilir mi sizce? Tabi ki evet !
Filmimizin bilge karakteri Elsa, kardeşine ikinci kez istemeden zarar verir ve daha önce kafasından yaralanan ve Troller tarafından iyileştirilen Anna' nın bu kez kalbi buza dönüşmüştür, peki kalpteki buzu ne eritebilir? Evet evet bir kez daha sesli telaffuz etmeyi seçin :
Sevginin Gücü ! Mutlak sonsuz ışık!

Zihinsel, duygusal, bedensel ve ruhsal güçlerimizi bir arada tutan
mutlak güç; "sevgi" dir.

Peki "sevgi" nedir?

Bakın filmde yer alan sihirden yaratılmış sarılmaya bayılan minik kardan adamımız Olaf nasıl açıklıyor: "Sevgi, kendinden önce başkasının ihtiyaçlarına önem vermektir. Ve bazı insanlar erimeye değerdir."

Siz nasıl tanımlamayı seçersiniz "sevgi" yi? Haydi şimdi birkaç kelime ile "sevgi" nin size göre tanımını gerçekleştirin. Tıpkı kar tanelerinin eşsizliği ve biricikliği gibi sevginin tanımı/ifadesi de her eşsiz insan varlığının kalbinde farklıdır.

Sevgi; davranış ve sözden bağımsızdır.
Öz sevgi; özümüzdeki sonsuzluk ile temas halinde olmaktır.

"Travmanın, geçmişten uzanarak yeni bir kurban seçme gücü vardır. Söylenmeyen herşey sonrakilere aktarılır. Yaşam derin bir tutku ile tamamlanmayı arzular."
Dr. David Suck

ORMAN UYANINCA...

Filmin ilkinde özündeki mutlak gücün sevgi olduğunu deneyimleyen Elsa'yı şimdi bu sevginin öz gücünü keşfedeceği yepyeni bir macera beklemektedir (Frozen-II).

Niyet ettiğimiz anda bir seçim gerçekleşir, buluşabilmek adına önce parçalarımıza ayrışırız, her bir parça ile yeniden tekrar olmadan tekrar olacak biçimde buluşur ve ayrışırız bu bir nevi "arınma" sürecidir. Ve sonrasında rahmin ateşli, tutkulu gücü ile yepyeni bir keşif yolculuğuna başlarız, gücün kaynağı ile temas edebilmek adına.

Frozen-II filmini özellikle ebeveyn olmaya niyet eden bireylerin izlemesini öneririm. Çocuklarınızın size ait olmadığını, yaşamda sizin ve sizden önceki atalarınızın bütüne hizmet etmeyen eylemlerini arındırmak, dengeyi sağlamak üzere Dünya gezegenine kök salmakta olan özgür ruhlar olduğunu ve bir bilincin hikayesinin bir bölümünü ışımakta olduklarını çok net görebilirsiniz.

Özümüzün en derinlerimizde bize ait olan bir ses vardır ve naif, tiz bir biçimde daima
fısıldar...Zaman zaman bizi, bilinmeze doğru ilerletmek adına rahatsızlık uyandırabilir. Ancak her zaman geleceği görme ve kontrol altında tutma arzusu bizi sisli, puslu ormanın içerisinde hapsedebilir. Varoluşumuzdaki ormanı uyandırmanın tek yolu Güneş'in yolunu takip etmek, izlemektir.

NEHRİN YANITLARI İLE YÜZLEŞMEYE HAZIR MISIN?

Gerçeklerin acı olduğu söylenir. Ancak "acı" duyumsamanın neye hizmet ettiğinden pek söz eden olmaz. Acı; bizi biz yapan, kendimiz ile buluşmamıza vesile olan bir köprüdür. Doğduğumuz günü anlamlandırabilmemiz adına bizlere sunulmuş en anlamlı armağandır. Acı duyumsadığımızda, dururuz, durmak o anın sınırları ile net bir biçimde teması sağlar, temasın derinliği hangi yöne nasıl ilerleyeceğimiz hususunda pusula işlevi görür. Yön belirlendikten sonra gerçekler ile yüzleşmek ya da yüzleşmemek bizim seçimimizdir ve her seçim gibi bir bedeli vardır. Rotamız henüz doğmadan belirli, burada ne için bulunduğumuzu biliyoruz. Önce bu neden ile yüzleşerek doğduğumuz günü farkındalıkla idrak ediyoruz, iç sesimiz ile buluşuyoruz sonrasında dümenimizi nereye yönelteceğimiz bizim ellerimizde. Dümenimizi nereye çevirirsek çevirelim sonunda tüm yollar kendimize doğru açılır.

Filmde Elsa nın büyükbabasının, kendi iktidar tutkusu nedeni ile, bir lideri savunmasız bir halde iken ölümüne vesile olmasına şahit oluyoruz. Bu hatanın düzeltilmesi için doğan Elsa nın, dokunduğu herşeyi buza çevirmesinin nedenini keşfedeceği meçhule doğru bir maceraya ortak oluyoruz...

Suyun hafızası vardır. Araştırmaları ile büyük yankı uyandıran Masaru Emoto'nun söylediği ve ispatladığı üzere. "suyu anlamak kozmosu, doğanın mucizesini ve hayatın kendisini anlamaktır."
Emoto; insanların sağlıklı, mutlu, huzurlu bir yaşam sürebilmelerinin ancak vücutlarının %70'i olan suyu arındırdıklarında mümkün olabileceğini aktarmaktadır. Sizler yaşam döngülerinizde, suyun mesajlarını duyumsuyor ve görebiliyor musunuz?

Belki de suyun gizemli gücü bizlere: "Her şey değişir ve her şey mümkündür!" diye sesleniyor
olabilir mi?

Ateş, başlatır; niyetinizi ortaya koyar. Sonrasında bu niyet yüzyıllar boyunca form/boyut, biçim değiştirerek akmaya var olmaya devam eder. Görebiliyor musunuz ki; bizler çok özel eşsiz sihirli bir niyetin form bulmuş eşsiz güzellikteki tezahürleriyiz! O halde en özel armağan; bütünü ile kendimiz olabilmek, değil mi?

"Birleştirecek karşıtlar olmasaydı birlik olmazdı. Bizim için iyi olan karşıttır."
Herakleitos

2020 yılı; 20 ------ 20 ; kendimizden kendimize doğru bir köprü inşa etme yılı. Köprüyü sağlam bir zemine inşa edebilmek adına kendi derinliklerimize doğru derin bir kazı gerçekleştirmeliyiz ki; köprümüz sağlam olsun. Yaşamın en derin anlamını arayışta olacağımız ve bu öze doğru gerçekleştireceğimiz dönüşüm yolculuğumuzda, mutlak gücümüzü uyandıracağımız, zifiri karanlığın özündeki ışık ile bir olabilmek adına kalbimizin fısıltılarının izini; sevgiyle, özveriyle, sebatla kendimizi inşa etmek üzere dinliyor olduğumuz böylece "öz" e güvenimizi uyandırarak, güçleniyor olduğumuz umut dolu bir yıl bizleri selamlıyor.

Hazır mısınız bu sefer sadece kendinize doğru yürümek için yol almaya öyle ise dümeni "umut" a doğru çevirmeyi hatırlayın! Ve karanlığınızla (gölge boyutlarınızla) bütünleşerek ışığa doğru güvenle yol alın, yolunuz su gibi ihtiyaçlarınız doğrultusunda biçim değiştirerek, sizlere her zaman her şeyin mümkün olabileceğini ışısın...Kendinizi şefkatle, aşkla kucaklayın.

İYİ Kİ VARSIN

Işık ve Aşk Olsun !