Ne yani, Tanrı tesadüf yaratamaz mı?

05 Kasım 2021 Cuma
Ne yani, Tanrı tesadüf yaratamaz mı?
Ne yani, Tanrı tesadüf yaratamaz mı?

"Eylem" ve "söz"lerin cımbızlanarak bağlamından kopartıldığı, "olgu"nun nedeninin önemsizleştirildiği, insanların bağlamından kopartılmış eylemleri ve sözleriyle yargılandığı günlerde yaşıyoruz.

Kimileri bağlamından kopartılmış sözleri ile "azizleştirilerek" övülüp, göklere çıkartılırken, kimleri bağlamından kopartılmış sözleri ile "melunlaştırılarak" yerden yere vurulabilmektedir.... 

"Ameller niyetlere göredir. Herkes sadece niyetinin karşılığını alır" demiştir Resulü Ekrem.  İlginçtir ki bu hadis, Hicretin amacıyla ilgili açıklamasının başında yer almıştır. "Hicret" olgusunun sembolik çıkarımları, ibarenin Hikmetini daha ibretlik hale getirmektedir: "Kim Allah ve Resûlü için hicret ederse, hicreti Allah ve Resûlünedir. Kim  erişeceği bir dünyalık veya evleneceği bir kadından dolayı hicret ederse, onun hicreti de hicretine sebep olan şeyedir.”

Hicret Arapça'da "terk etmek, ayrılmak" anlamına gelmektedir. 

İnsanların eylem ve söylemlerinin niyete göre değerlendirileceği hatırlatması ile onların nelerden, ne amaçla ayrıldıklarının bir arada sorgulanması önemlidir.  Doğal olarak, insanların nelerden, ne amaçla ayrılamadıkları da özel önem arz etmektedir. 

Eylem ve sözleri cımbızlayarak, insanların niyetlerini yok sayanların ortak noktası, "korumak"tır. Yani bir şeylerden "ayrılmamak", onu koruyabilmek adına adaleti feda eden, niyeti yok sayan insanların marifetleriyle karşı karşıyayız.

Bu tavrı sergileyenlerin içinde Müminlerin özellikle de Müslümanların olması düşündürücüdür. Müslümanlık, "La" diyerek, Allah'tan gayrı her şeyden ayrılmakla başlamaktadır.  Peki,  "Allah'tan gayrı her şeye hayır" demenin ağırlığını hisseden bir müminin, "Adil" sıfatına ters düşen eylemlerle, O'nun düzenini korumak için adaletsizlik sergilemeyi görev sayabilmesi nasıl açıklanabilir? Hele de bunu iyi niyetli yapabiliyorsa! (Bu noktada ey iman edenler, iman ediniz ayetini hatırlatmakta yarar var)

İnsanların bağlamından kopartılan olgularla, işin aslını araştırmadan değerlendirme yapma alışkanlığı, kadim hastalıktır ve "gördüğüne inanma" yanıyla şirke yol açan temel etkenlerdir.

Eskilerin "zahire göre hüküm vermek" olarak adlandırdığı "insanın görünene göre karar vermesi alışkanlığı", özellikle de kötü niyetle bilinçli olarak kullanıldığında "tahrip gücü çok yüksek silaha" dönüşmektedir.

Bu yanlış alışkanlık iyi niyetle kullanıldığında da tehlikelidir ve görüneni önemseme algısı insanı şirke kadar sürükleyebilmektedir...

Öye yandan "iyi niyetli ve doğru davranış"ların zaman içinde, insanlarca farkında olmadan "yanlış"laştırıldığı ve "kötülük aracına" dönüştüldüğü de vakidir.

Kadim çağlardan bu yana, insanlar hep en olumsuzu düşünerek insanları iyi niyetle, kimi konularda hassas davrandırmaya gayret etmişler ve doğrudan uzaklaştırmamak için sakıncalı ve şaibeli olandan korumaya gayret etmişlerdir...

Tesadüf kelimesinin yerine tevafuk kelimesinin kullanılmasına yönelik gayret de bu iyi niyetli hassasiyetin örneklerindendir...

"Rastlantı, rastgele oluşum” mânasına gelen tesadüf kelimesi yerine "denk gelen" anlamındaki tevafuk kelimesi insanları farkında olmadan Yaratıcı İradeyi yok sayıp, "küfre düşme tehlikesinden koruyabilmek" amacıyla önerilmiştir.

Ancak zamanla iş tesadüf kelimesini kullananların kafir sayılması noktasına kadar gelmiştir. Tabi olayın aksi de söz konusu. Kimi Müslümanlar kızıyor diye tesadüf kelimesini üstüne basa basa, olur olmaz ortamda kullanan kafirler de yangına körükle gitmişlerdir.... Niyeti ihmal ederek insanların eylem ve sözlerini yargılama hastalığının doğurduğu kavga öyle bir noktaya gelmiştir ki Müminler bile farkında olmadan "tesadüf yoktur" diyecek kadar ileri gitmişlerdir.

Yaratıcı'nın insanların korumasına ihtiyacı varmış gibi algılandığı halin doğurduğu bu söylem bir başka açıdan bakıldığına "Tanrı tesadüf yaratmamıştır" demek anlamına gelir ki iyi niyetle yola çıkan bir mümin kötü niyetli birine "her şeye kadir" bir Yaratıcının "Tesadüf yaratmaktan aciz" kaldığı kozunu vermektedir....

Bilimsel tabanlı görünen ve ilahiyatçı mantıkla düşülen daha vahim hatalar da var.

"İyi Niyetli" İlahiyatçıların bilimsel düşünceyi yaralayan söylemleri

Keza bazı tanrı tanımaz ve gnostiklerce, "evrim teorisinin kanıtlanmasının Tanrı'nın Varlığı İnancına darbe vuracağı inancı"yla kullanılmasından dolayı  evrim olgusunun Allah'ın eseri olma olma ihtimalini yok saymak da bu tarz iyi niyetli bir ilahiyat hatasıdır. "Evrim varsa onu da Allah Yaratmıştır ama mümkün müdür, tartışılır" diyerek sorun çözülebilecekken, bazı "korumacı" "mümin"lerin, "Evrim Teorisine inanmama"yı "imanın 6. şartı" sayacak kadar ileri gitmesi ve Evrime inananları kafir sayması da "iyi niyet"in doğurduğu bir hatadır. Sonra işin içine şarlatanların dahil olup, olguyu ranta çevirmeleri de cabası... İşin daha acı yanı günümüz kurumsal Hrıstiyanlık ve Musevilik öğretisi savunucuları ile Batı'daki "bilimciler" arasında başlayan ve o zeminde bir mantığı olan evrim kavgasının, hiç alakası yokken Doğu'ya ihraç edilmesi ve hiç alakası yokken İslami Kurumların da kavgaya dahil edilmesidir. İbn Tufeyl, El Birûnî, El Cahiz ve İbn Haldun'un torunlarının bu hale nasıl düştüğü iyi analiz edilmelidir. 

Bir diğer önemli hatalı davranış, Allah'ın niyetinin bilindiğinin sanılmasıdır. Bu bağlamda; gerek 'pozitif' gerek 'nazari' bilim açısından kaleme alınan metinlerde Yaratıcının amaç ve yöntemlerine dair kesin ibareler kullanılması, bir nazariyeyi ispatlamak için diğer nazariyeyi kesin yanlış kabul etme "mantıksal" ve "imani" açıdan sakıncalıdır.

"Beşeri iradenin ürünü hükümler"in, "İlahi İradenin hükmü" gibi sunulması ve savunulması maalesef yaygın hatadır...

Hak bir nazariyeyi bir kafirin, Hak zannıyla savunulan İlahi İradeye aykırı bir nazariyeyi bir müminin savunması pekala mümkündür.

Çünkü "ol" deyince olduranın, öyle de böyle de oldurmaya gücü yeter. Hangi yöntemi kullandığının kesinliğini belki de (imtihanın hakkaniyeti açısından) ancak vaat edilen günde anlayabiliriz.

Hatta kimi hallerde, iki, üç, dört nazariyenin aynı anda doğruluğunun da mümkün olabildiğine şahidiz.. Öyle ki doğa yasaları Haktır ama mucize de Haktır. Yani Yaratıcı İrade doğa kanunlarını ihlal etmeden, "tabiat kanunlarına aykırı olasılıklar" da yaratabilmektedir. İnanan açısından "İlahi iradenin müdahalesi" olan bu hal inanmayan açısından "tesadüf"tür. Yaratıcının sisteme müdahale edebileceği "tesadüf noktaları" yarattığı da muhakkaktır. (Ki ışık fotonlarının davranış şekillerinin "Yaratıcı'nın sisteme müdahale noktası" olabileceği bilimsel olarak tartışılan meseleler arasındadır) Yani değişmez görünen kuralların da aslında değişken olduğu bir alemdeyiz.

Bir yaygın tartışma hatası da Evren'in "sistemli bir yaratık" olduğu savunusudur.  Evren düzenli midir, kaosa meyilli midir, sınırlarını belirlemeden bilemeyiz... Öte yandan kaos da düzenler birliği içerir. Örneğin, bakımsız bırakılan bir arazi, yaban otları ve arsız ağaçlarla balta girmemiş ormana dönüşür ama bünyesindeki habitatlar düzen dışı değildir.

Kova Çağı'nın eşiğinde gelişen ama "korumacı" bazı zihniyetlerce köreltilemesi için çaba sarf edilen insan bilincinin önemsizleştirdiği önyargılara dair bir kaç kelam ettik. 

Muhakkak ki okuyanın niyetine göre değişecek çıkarımlar içeriyor, şifalanacak niyetteki insanların daha fazla  okuması dileğiyle...

Yaşar İliksiz - Mistikalem.com

@yasariliksiz

[email protected]