Piyangoya dönüşüyor ilişkilerin dengesi

27 Haziran 2022 Pazartesi
Piyangoya dönüşüyor ilişkilerin dengesi
Piyangoya dönüşüyor ilişkilerin dengesi

Talep ve Beklenti Üzerine Bazı Düşünceler

Hayatımın üretmekten çok tükettiğim döneminde beklentiyi savunuyordum. O zamanlar bana göre suç, beklentileri karşılayamayan, insanda hayal kırıklığı yaratan diğerlerindeydi. Sonra katma değer sağlayan bir birey haline gelince, bu sefer de diğerlerinin benden beklentisi en büyük kâbusum haline geldi. Otoritelerin bekledikleri, yardım bekleyenler, hizmet bekleyenler vs: hepsine parmak sallamaya ve mümkün olduğunca hepsinden kaçmaya başladım. Beklenti ile ilişkimin bu ikinci safhasında beklenti halinde olmak ayıpladığım, çocuksuluk olarak gördüğüm, bünyeden ayıklanması gerektiğini düşündüğüm bir şeydi.

Fakat üçüncü evrede bunun da tamamen doğru bir yaklaşım olmadığını fark ettim. İnsanın hayatı tek başına sırtlayamadığını, neticede sürü canlısı olduğumuzu ve her aldığımız verdiğimizle bir biçimde birbirimizi beslediğimizi, dahası herkes adına iyi bir yaşam için bu beslemenin çoğunlukla pozitif olması gerektiğini de iddia ettim.

Dolayısıyla geldiğim noktada beklenti ve taleple ilgili görüşüm şu:

1. Tip: sadece beklenti: “istiyorum öyleyse var”- bu hala karşı çıktığım bir alışveriş tipi. İnsan kafasında kendi arzularından müteşekkil bir dünya, ilişkiler ağı, süreç tasarlıyor ve sanki dünya onun kafasından geçen her şeyi haftalık raporlar halinde almak ve bu raporlara uymak zorundaymış gibi ona göre davransın istiyor. Bu insan kendi insancıl veya kişisel taleplerini sözlü olarak ifade etmiyor: O işler beklediği gibi gitsin istiyor ve olmayınca arıza çıkarıyor. Yıkılıyor ve yıkıyor. Kimse bizim kafamızın içinde yaşamadığı, senaryomuzun gerekliliklerini bilmediği gibi, kimse ona uygun hale bürünmek zorunda da değil; üstelik bu çoğu insan, çoğu deneyim için zaten imkânsız. Her insan, aşk, dostluk, iş, akış bize göre değil ya da bizim için değil. Evren bizim biricik benliğimize bir tepki ya da bir cevap olarak doğmadı, dolayısıyla hayat etrafımızda dönmüyor. Bu çocuksuluğu gençlikte bir yerlerde bırakmayı öğrenmek ve taleplerimizi açıkça dile getirip, ona uygun cevap vermeyen şeylerden uzaklaşmak, yani sürecin sorumluluğunu aktif biçimde almak bize düşüyor.

2. tip: sadece talep: “benim adım Hıdır, elimden gelen budur”- bu tipi çoğu durumda destekliyorum. Böyle olmak kişinin kendisini, kendi gücünün ve zayıflığının başladığı ve bittiği yeri, yani kendini iyi gözlemlemeyi ama aslında diğerlerini de iyi analiz etmeyi ve onlardan da ne beklenebilir ne beklenemez iyi tartmayı gerektiriyor. Buna göre talebinizi açıkça dile getiriyorsunuz ve ortaklık o akışla veya o insanla ya başlıyor ya da başlamıyor. Temiz, akarı kokarı yok ancak tek bir ciddi kusuru var: İnsan daima formüllerle yaşayamıyor. Bazen verebileceğimizden ya da vermek istediğimizden fazlasını ortaya koymamız ya da almayı hak ettiğimizden daha fazlasını istememiz gereken şartlar oluyor ve o şartlarda bu fazla bireyci, fazla mantıklı, fazla steril yaklaşımla iş görülürse ilişkiler derinleşmiyor ya da derin mevzularda insan yalnız kalabiliyor. Bu tip olmak belki çoğunlukla işlevsel ancak acı zamanlarda acımasızlık getiriyor.

3. tip: beklenti/talep doğru prensiplerle dengede: “sevgi emekti”: Aslında hayat, tip 1’deki çocuksu beklentilerle, tip 2’deki fazla akılcı sınırcılık arasında vuku buluyor. Bir insanla iki haftadır flört ediyorsanız elbette bunun bir ilişkiye doğru gidişat olduğu beklentisine girebilmek istiyorsunuz mesela, ya da biriyle beş senedir çıkıyor ve evlenmek istiyorsanız artık teklif bekliyorsunuz ister istemez. Maddi veya manevi yatırım yaptığınız bir insanın size gerektiğinde bir biçimde destek olabilmesini ya da emek verdiğiniz bir işin de ilk arızanızda bir anda yerle bir olmamasını istiyorsunuz. Hayatın daima istediğimiz gibi şekillenmeyeceğini biliyoruz ama yüzümüze her zora düştüğümüz anda da acımasızca gözlerini dikmesini gerektirecek kadar sertleşmemesi de arzumuz. 

İşte bu da etik, prensip ve toplumsal adap konularına giriyor yani burada bir denge için toplumun ayarının kaçmamış olması şart. Eğer yalanın, aldatmanın, sorumsuzluğun, vicdansızlığın hoş görülmediği ya da hasıraltı edildiği bir toplumda yaşamazsak, insani değerlerin korunduğu bir ortamdaysak zaten talep ve beklentinin dengesi kuruluyor. Ancak bu yoksa, insan ya asla elde edemeyeceği kadar süper şeylerin beklentisi ve hayal kırıklığı arasında salınıyor ya da aldığının, verdiğinin hesabıyla, kimseden bir şey bekleyememekle, hesabı temiz ama kalben yalnız bir yaşam sürüyor. Yani bu durumda ya kalp sürekli acıyor ya da tamamen donuyor.

Biz hep annemizle, babamızla, kardeşimizle, dostumuzla, sevgilimizle, patronumuzla, çalışanımızla olan ikili ilişkilerimize takılıyor ve onlarla uğraşıyoruz ancak çoğunlukla bunlar toplumsal şeyler. Toplumsal ilişki yapılanması aşırı sert ya da aşırı yavşak ama her iki şekilde de aslında içsel olarak oturmuş prensiplerden, etikten mahrumsa, diğer ilişkiler de rayına girmiyor ve biz ya elde ettiğimize elhamdülillah demek ya da elde edemediğimizin üzerine bir bardak soğuk su içmek zorunda kalıyoruz. Şans yani. Piyangoya dönüşüyor ilişkilerin dengesi.

Böyle olmuyor. Toplumsal sözleşme, sosyolojik birlik, nerede talep ne zaman beklenti, bireyin topluma karşı görevleri ve sorumlulukları sağlıklı biçimde belirlenmek ve yeniden tesis edilmek zorunda. İnsanlar kendi psikolojilerine terk edilip, aşırı beklenti veya katı talep haliyle savrulmamalı. Denge için önce toplum derdini, talebini, yolunu ve bunun gerekliliklerini iyi anlamalı ve sistemini yeniden kurmalı. İnsanlar “biz hep beraber neye göre yaşasak herkes beslenmiş olur?” sorusunu tekrar ve ciddiyetle sormalı.

Caput Draconis - mistikalem.com

Prof. Yaşam Koçu, NLP ve Öğrenci Koçluğu
Usui-Kundalini Reiki II
Seans/iletişim: [email protected]

www.youtube.com/user/thejenrachelblack

Porsuk Yayın Youtube: https://www.youtube.com/channel/UCkhsL7gHYhEyvGWXzBnnUMg