Max Planck İnsan Tarihi Bilim Enstitüsü (MPI-SHH) ve Berlin'deki Alman Arkeoloji Enstitüsü Avrasya Bölümü (DAI) tarafından koordine edilen uluslararası araştırma ekibi, Kafkasya bölgesindeki ilk sistematik genetik araştırmasını gerçekleştirdi.
Mezopotamya'da ortaya çıkan kültürler, yerel avcı-toplayıcılar, Anadolu çiftçileri ve dağlık alanların hemen kuzeyindeki bozkır popülasyonlarıyla etkileşime giren bölgenin daha eksiksiz bir resmini çizmek için yapıldığı belirtilen araştırmanın genetik kanıtları arkeolojik kanıtlarla birlikte incelediği ifade ediliyor. Araştırmacılar, bugün Rusya, Azerbaycan, Ermenistan, Gürcistan, İran ve Türkiye’yi kapsayan bir alan olan Kafkasya'nın hem genetik hem de kültürel açıdan, Avrupa tarihi için çok önemli bir kesişim noktası olduğuna dikkat çekiyorlar.
Genetik araştırma; Kuzey Kafkasya'nın bozkır ve dağlık bölgelerindeki 45 kişinin DNA verileri ile yaşları 6.500 ila 3.500 arasında değişen iskelet kalıntılarının genom verilerine analizine dayanıyor.
Araştırma sonucuna göre Kafkas Bölgesi'nde yaşayan grupların sert dağlık araziye rağmen genetik olarak benzer olduğu, ancak kuzeydeki bitişik bozkır bölgelerinde keskin bir sınırla genetik farklılık bulunduğunu gösteriyor.
Nature Communications dergisinde yayınlanan Kafkasya: Genlerin ve kültürlerin karmaşık etkileşimi (The Caucasus: Complex interplay of genes and cultures) başlıklı makaleye göre, Kafkasya’nın eski halklarıyla ilgili ilk geniş kapsamlı 'nüfus sayımını' yapan paleogenetik uzmanları, bu halkların göç geçmişini ortaya çıkardı ve beklenmedik bir şekilde günümüz Amerika, Sibirya ve Güney Avrupa topraklarındaki akrabalarını buldu.
Berlin Arkeoloji Enstitüsü'nden Sabina Reinhold, bulgularını şöyle özetledi: "Günümüzden 2-3 bin yıl önce Kuzey Kafkasya'daki bütün halkların kültürleri farklı olsa da genetik olarak birbirlerine çok benzediklerini açığa çıkardık. Anlaşılan bu sırada kültürel ortaklıkları onlar için kan bağlarından daha önemliydi".
Kafkasya'nın eski sakinlerini göçe neyin sevk ettiği araştırıldı
Arkeologlar, günümüzde Kafkasya'da yaşayan halkların atalarının bu bölgeye yaklaşık 8 ila 5 bin yıl önce geldiklerini düşünüyor. Bu bölge oldukça uzun bir süre kavimler göçünün ana yollarından biri olmanın yanı sıra Rusya ve diğer Avrupa ülkelerinin günümüzdeki sakinlerinin ataları için de ‘Avrupa'ya açılan pencere' idi.
Bu nedenle genetikçiler uzun zamandan beri Kafkas halklarının genetik haritalarında bu göçlerin izini bulmanın mümkün olacağını düşünüyordu. Bu görüşe göre, bazı durumlarda kültürel gelenekler zamanla çok büyük farklılıklar göstermesine rağmen, halkların genlerinde bu tarih yansımış olmalıydı. Bu çerçevede Danimarkalı bilim insanları Güney Kafkasya'nın diğer halklarıyla Ermenilerin atalarının aslında hemen hiç değişmemiş olduklarını da kanıtlamışlardı.
Reinhold ve Rusya'nın önde gelen paleogenetik uzmanlarının da aralarında bulunduğu meslektaşları, günümüzden yaklaşık olarak 6 ila 3 bin yıl önce bu bölgede yaşayan dört düzine çiftçi ve avcı-toplayıcının genlerini analiz ederek, Kuzey Kafkasya halklarını Avrupa ve Asya'nın eski insanlarından muhtelif gruplarla ilişkilendiren son derece ilginç ve beklenmedik gizemleri açığa çıkardı.
Farklı tarihi dönemlerde dağlarda yaşayan insanların aralarındaki akrabalık bağlarının izini süren Reinhold ve meslektaşları, Kafkasya'nın eski sakinlerini göçe neyin sevk ettiğini ve Rusya ve komşu cumhuriyetlerin günümüzdeki sakinlerinin DNA'larında ne tür izlerin kalmış olabileceğini anlamayı umut ediyorlardı.
Bu karşılaştırmalar bir takım beklenmedik sonuçlar ortaya koydu. Örneğin, Rusyalı ve başka ülkelerden bilim insanları, taş devrinde Kafkasya halkları arasındaki genetik ‘sınırın' bugün olduğu gibi yüksek dağ sırtlarında değil, Rusya stepleriyle Kafkasya ekosistemini ayıran bir hat boyunca yattığını ortaya çıkardı.
Bunun sonucu olarak Kuzey Kafkasya'da yaşayan ve arkeologların birbirlerine yabancı saydığı birçok halk, aslında yakın akrabaydı. Ayrıca bu hat boyunca yaşayan halklar birbirleriyle neredeyse hiç temas kurmuyordu, ancak dağların diğer tarafında yaşayan çok uzak insan gruplarıyla ilişki içindeydi.
Maykop kültürü, arkeologların bu güne kadar sandığı gibi Mezopotamya'dan gelmedi iddiası
Örneğin, Bronz Çağı'nın başında kuzeybatı Kafkasya'ya yayıldığı düşünülen ünlü Maykop kültürü, buraya, arkeologların bu güne kadar sandığı gibi Mezopotamya'dan gelmemişti. Onlar aslında Avrasya'nın güney halklarıyla ilişkisi olmayan yerel, özgün bir gruptu. Daha ilginci, bunların DNA'larında, Kızılderililerin ve Sibirya'nın günümüzdeki halklarının atalarıyla bağlarını gösteren izler vardı.
19. yüzyılda Kafkasya’dan Osmanlı’ya gönderilen kölelerin listesi bulundu
Benzer bir şekilde, Kafkasya'nın doğu kıyılarında yaşayan Yamnaya kültürü de, Avrupa'nın eski güney ve güneydoğu halkları ve onların günümüzdeki temsilcileriyle genetik olarak akrabaydı.
Araştırmacılara göre, Bronz Çağı'nın başında güney Rusya ile Avrupa arasındaki benzer temaslar, Avrasya'nın eski sakinleri arasındaki ticari vb. zincirin sanıldığından çok daha uzun olduğunu ortaya koyuyor. Ayrıca, arkeologların görüşünün tersine, Kafkasya'nın bu sırada halkların göçü önünde aşılmaz bir engel olmadığı da ortaya çıkıyor.
Anadolu hipotezine göre dillerin ortak ataları Türkiye topraklarında ortaya çıktı
Reinhold ve meslektaşlarına göre Yamnaya kültürünün temsilcileri, günümüz Avrupa halklarının ‘ataları' ve Kafkas halkları arasındaki temasları keşfetmiş olmaları, tarihsel açıdan en ilgi çekici buluş niteliğinde.
Bu ilişkiler, Hint-Avrupa dillerinin doğuşuna dair ‘Hazar' teorisini güçlendiriyor ve bu ilk dilin anavatanının Kafkasya'nın daha güneyinde olabileceğini gösteriyor. Bu da, bu dillerin ortak atalarının günümüzdeki Türkiye topraklarında ortaya çıktığını ileri süren ‘Anadolu' hipotezini kabul etmeye olanak sağlıyor.
Bilim insanlarının vardığı sonuca göre, ‘Anadolu dili', daha Yamnaya kültürünün ataları kuzeye hareket etmeye başlamadan bu gruptan ilk ayrılan dil oldu.
Arkeolojikhaber.com / tr.sputniknews.com
Yorumlar