İstanbul Medeniyet Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü'nden Çağla Vural'ın makalesi
İklim krizi ve 'doğal' felaketler
Özellikle 21. yüzyılın ilk yirmi yılında belirginleştiği üzere, insanlığın doğaya yönelik umarsız yıkım ve tahribatının karşılığı olarak sıklaşan ve gittikçe şiddetlenen doğa olaylarına ve afetlere tanıklık ediyoruz. İnsan faaliyetleri nedeniyle ısınan dünyada küresel iklimde meydana gelen değişiklikler, günlük yaşamımızı hiç olmadığı şiddette etkiliyor. Bilimsel kanıtlara ve dünya kamuoyundaki genel kabule rağmen hâlâ azınlık bir kesim tarafından şüpheyle yaklaşılan iklim değişikliği bugün olumsuz etkileriyle dünyanın apayrı köşelerinde bir krize dönüştüğünü kanıtlarcasına adeta haykırıyor.
İklim değişiklikleri, aşırı sıcaklıklar, aşırı yağışlar ve şiddetli kasırga ve fırtınalar gibi aşırı hava olayları kuraklık, yangın, orman yangınları, sel ve benzeri afetlerin sıklık ve şiddetinin artmasına neden oluyor.
Son yıllarda gerçekleşen doğal afetlerin çoğu doğrudan ya da dolaylı olarak iklim kriziyle ilişkili. 2019 yılında Amazon ormanlarında yoğunlaşan yangınlar krizin göstergelerinden biriydi. Haziran 2021’de de bölgenin çeşitli noktalarında binlerce yangın görüldü. Küresel ısınma ile artan sıcaklıklar ve buna bağlı olarak değişen bölgesel ve küresel iklim; toprak nemi, ağaç yapısı ve çalılıklar gibi pek çok türün yaşam alanına etki ediyor ve kuraklıklarla beraber orman yangınlarının sıklığını artırabiliyor. Bununla birlikte insan kaynaklı iklim değişikliği yangınların tek ve ana sebebi değil. Amazon ormanlarında ağaç kesimleri ve tarım alanları açma gibi doğrudan insan etkinliklerinin neden olduğu ormansızlaşma da yangınları artıran temel sebeplerden. Bu noktada yüzümüze çarpan gerçek, küresel ısınma ve iklim değişikliğinin baş kaynağı olan karbon salımlarının dünya üzerindeki en büyük karbon yutak alanı ve oksijen sağlayıcısı olan Amazon ormanlarının yine insan faaliyetleriyle tahribata uğradığı. Tabiatıyla iklim krizi ile mücadelede en önemli silahlarımızdan birinin kaybını kendi ellerimizle hızlandırıyoruz. Böylece iklim değişikliği ile ilgili önümüzdeki yüz yılda gerçekleşmesi beklenen olumsuz etkilerin çok daha erken meydana gelmesinin yolunu açıyoruz.
Küresel seviyede bir diğer ormanlık alan kaybımız 2019, 2020 yılları ve Şubat 2021’de gerçekleşen ve aylarca söndürülemeyen Avustralya orman yangınlarıydı. Milyarlarca canlının hayatını kaybettiği ve pek çok insanın evsiz kaldığı yangınlar, hektarlarca ormanlık alanın da yok olmasına sebep oldu.
Hektarlarca orman kayıplarının yaşandığı bir diğer ise bölge soğuk iklimi ile bildiğimiz Sibirya. İklim değişikliği kaynaklı aşırı sıcaklıklarla beraber yağışların azaldığı bölgede özellikle insanların ayak basamadığı alanlarda yoğunlaşan yangınlar, ancak uydu görüntüleriyle tespit edilebiliyor. Bahsi geçen yangınların aynı zamanda yüksek miktarlarda karbon salımına sebep olduğu ve bunun da iklim değişikliği sürecini hızlandırdığı ayrıca dikkat çekici nokta olarak karşımıza çıkıyor.
İklim değişikliği hem sebepleri hem sonuçları bakımından ekonomik, siyasi, sosyal ve toplumsal yapılarla doğrudan ilişkili. Bireylerin, sivil toplum örgütlerinin, uluslararası şirketlerin, uluslararası örgütlerin ve nihai olarak devletlerin birlikte sorumluluk üstlenmeleri elzem.
Aşırı hava olayları daha sık meydana geliyor
Kuraklık ve yangınları tetikleyen iklim değişikliği ile ilgili zaman zaman düşülen yanılgı, sorunun yalnızca kuraklık ve sıcaklık artışlarını etkilediğinin düşünülmesi. Küresel ısınmaya bağlı iklimde meydana gelen değişiklikler yalnızca belirtilen sonuçları meydana getirmiyor. Gerçekleşen değişim, esas olarak doğal olayların şiddetinin ve sıklığının artmasına sebep oluyor. Daha açık bir ifade ile, aşırı sıcaklıklar, aşırı yağışlar ve şiddetli kasırga ve fırtınalar gibi aşırı hava olayları; kuraklık, yangın, sel ve benzeri afetlerin sıklık ve şiddetinin artmasına neden oluyor. Örneğin 2017 yılında Teksas, ABD’de meydana gelen Harvey kasırgası, can kayıpları, binlerce evde meydana gelen hasarlar, yıkımlar ve milyarlarca dolar zarar ile ülke tarihindeki en büyük felaketlerden biri olarak kayda geçti. Aynı yıl Porto Riko’da meydana gelen Maria kasırgası da kasırga anındaki ölümler ve daha sonra kasırga nedenli yaralanma ve hastalıklar dolayısıyla ihtiyaç duyulan ilaçlara ulaşılamamasının yol açtığı can kayıpları ile şiddetli felaketler arasında yerini aldı. Buradaki en dikkat çekici nokta, şiddetli kasırga ve yağışlarla meydana gelen afetlerden, altyapı sorunları olan, yerleşim alanı olarak sele eğilimli bölgelerde ikamet eden yoksul kesimlerin daha çok etkilenmesi oldu.
Son aylarda ve günlerde iklim değişikliği kaynaklı aşırı yağış ve şiddetli rüzgarların yol açtığı sel felaketlerinde de artış gözleniyor. Geçtiğimiz haftalarda Japonya’da meydana gelen sel pek çok insanın ölümüne ve kaybolmasına yol açtı. Son günlerde Hindistan’da meydana gelen sel felaketinde yüzün üstünde insan hayatını kaybetti. Can kayıplarının daha da artacağı konuşuluyor. Aynı şekilde Batı Avrupa’da Almanya, Belçika ve Hollanda’da meydana gelen sel felaketlerinde su baskınları nedeniyle ölenlerin sayısının toplamda bini geçtiği ifade ediliyor. Tüm bu felaketler mali kayıplara da neden olmakta. Aşırı yağışların neden olduğu sel felaketleri ülkemizi de vurdu. Rize ve Artvin’de meydana gelen sel felaketi heyelan ile birlikte can kayıplarına yol açarken, birçok kişinin bölgeden tahliye edilmesi gerekti.
Sel felaketinin farklı nedenleri olabileceği gibi işaret edilen örneklerdeki durumun, genellikle bölgelere hızla ve şiddetle düşen aşırı yağışlarla ve aynı sebeple nehir yataklarının taşması, kıyı taşkınları ve benzeri olaylarla ilişkili olduğu belirtiliyor. Yaşanan sel felaketleri can kayıplarına ve evlerin hasar ve yıkımına yol açmasının yanı sıra boru hatlarını, enerji nakil ve dağıtım hatlarını ve ayrıca ulaşım altyapılarını da içeren pek çok alanda çok büyük ekonomik maliyetler yaratıyor. Ne yazık ki durumun bu örneklerle sınırlı kalmayacağı ve benzeri afetlerin artarak devam edeceği bilim insanları tarafından sıklıkla dile getiriliyor.
Gereken önlemler işbirliği içinde alınmazsa ve doğaya yönelik tahribat devam ederse “doğal felaket” diye bahsedilen fakat esasında insan faaliyetleri neticesinde meydana gelen sel, yangın ve benzeri afet haberlerine önümüzdeki günler, aylar ve yıllarda daha sık tanık olmamız kaçınılmaz.
Elbette sel felaketleri için alınabilecek çeşitli önlemler bulunuyor. Bu bağlamda aşırı yağışlarla ilgili vakitli meteorolojik uyarılar, dere yataklarında iskânın engellenmesi, yağmur suyu kanallarının yapımı ve su basmanı kotunun yüksek tutulması gibi pek çok önlem sıralanabilir. Bununla birlikte felaketlerin önlenmesi için en etkili yöntem ağaçlandırma ve yeşillik alanların artırılması. Çünkü gerçekleşen sel felaketlerinin en büyük sebebi betonlaşma. Şehirlerde yoğun şekilde tanık olduğumuz ve ne yazık ki artık kasabalarda da artan betonlaşma nedeniyle azalan toprak alanların yağmur suyunu emme kapasitesi şiddetli yağışlarda kısa sürede doluyor. Böylece normalden farklı olarak, aşırı ve şiddetli yağışlarda, toprağın bir sünger gibi içine çekme kapasitesi dolduğu için fazla gelen su yüzeyde akıntılar oluşmasına neden oluyor. Buna nehir yatakları ve drenaj kanallarına ilişkin altyapı sorunları da eklenince kaçınılmaz olarak büyük sel felaketleri meydana geliyor.
Bahsedilen tüm sorunların temelde insan faaliyetleri nedeniyle artış göstermesi sürecin çarpıcı tarafı. Çünkü insanlar tarafından doğaya yönelik tahribatlar, doğal dengeyi bozucu müdahaleler, arazilerin yanlış kullanımı, ormansızlaşma nedeniyle artan erozyon ve heyelan gibi olaylar sel felaketlerini ve bu felaketlerin şiddetini artırıyor. Karşımıza çıkan tabloda ise insan kaynaklı iklim değişikliğinin neden olduğu aşırı hava olayları ile yine insan faaliyetleri ile bozulan ekolojik sistemlerin içerdiği karmaşık süreç içinde gerçekleşen felaketler ve nihai olarak insanın da dahil olduğu pek çok canlı türünün yaşam ve çevre kaybı, ayrıca insan yaşamında önemli olan mali kayıplar var.
Küresel ısınma ve iklimsel değişiklikler deniz seviyesinin yükselmesi, aşırı hava olayları, kuraklık, seller ve yeni salgın hastalıkların ortaya çıkışı ve yayılım hızlarının artması gibi pek çok soruna neden oluyor. Belirtilen çeşitli sorunlar bireyler için geçim sorunları, kullanabilir suya az erişim, sağlık sorunları, yoksulluk, gıda güvensizliği ve göç artışı gibi sosyal gerginliklere neden olacak diğer sorunları tetikliyor. Nihai olarak ise şiddet ve çatışmalara dahi zemin hazırlayacak güvenlik sorunları meydana geliyor. Üstelik bu olumsuz etkilerin gerçekleşme dereceleri bireylerin, bölgelerin ve ülkelerin geçim ve kalkınmışlık düzeylerine göre değişiyor. İklim değişikliğine neden olan sera gazı salımlarında hem tarihi olarak hem de günümüzde sorumluluğu hiç bulunmayan ya da çok az olan yoksul kesimler, ülke bazında düşünüldüğünde de az gelişmiş ülkeler, çeşitli altyapı eksiklikleri ve genel olarak yeni şartlara adaptasyon konusundaki yetersizlikleri ile sürece karşı savunmasızlar. Daha da ötesinde insan haricindeki diğer türler de neden olmadıkları bir sorun karşısında kayıplar yaşıyorlar. Burada karşımıza çıkan adalet ve hakkaniyet sorunu ayrıca üzerinde durulması gereken önemli bir konu.
Sonuç olarak, iklim değişikliği hem sebepleri hem sonuçları bağlamında ekonomik, siyasi, sosyal ve toplumsal yapılarla doğrudan ilişkili. Tabiatıyla bireylerin, sivil toplum örgütlerinin, uluslararası şirketlerin, uluslararası örgütlerin ve nihai olarak devletlerin hem gerçekleşen iklim değişikliği ile mücadelede hem de oluşan yeni şartlara adaptasyon sürecinde değişik seviyelerde sorumluluk almaları elzem görünüyor. İşbirliği içinde gereken önlemler alınmazsa ve doğaya yönelik tahribat devam ederse “doğal felaket” diye bahsedilen fakat esasında insan faaliyetleri neticesinde meydana gelen sel, yangın ve benzeri afet haberlerini önümüzdeki günler, aylar ve yıllarda artarak duymaya devam edeceğiz.
AA
Yorumlar