Diyanet İşleri Başkanlığının "Muharrem İftarı ve Kerbela Şehitlerini Anma" programı Eyüp'teki Bahariye Mevlevihanesi'nde gerçekleştirildi.
Programa, Diyanet İşleri Başkanı Prof. Dr. Ali Erbaş’ın yanı sıra, Diyanet İşleri Başkan Yardımcısı Dr. Yüksel Salman, Din Hizmetleri Genel Müdürü Doç. Dr. Yaşar Yiğit, İstanbul İl Müftüsü Prof. Dr. Hasan Kamil Yılmaz, Dünya Ehlibeyt Vakfı Başkanı Fermani Altun, Cem Vakfı Onursal Başkanı Prof. Dr. İzzettin Doğan, Alulbeyt Vakfı Başkanı Prof. Dr. Hüseyin Hatemi ve Ehli Beyt Âlimler Derneği Başkanı Hasan Kanaatli ile birlikte Alevi, Bektaşi ve Caferi kanaat önderleri, birçok sivil toplum kuruluşu temsilcileri katıldı.
Program, İstanbul İl Müftüsü Prof. Dr. Hasan Kamil Yılmaz’ın İslam dünyasının barışı, huzuru, saadeti, birlik ve beraberliği için yaptığı duayla sona erdi.
Program öncesi, su ve tuzun bulunmadığı sofrada, etsiz hazırlanan yemeklerle iftar yapıldı. İftarın ardından "şükür duası"nın yapıldığı program, Kur'an-ı Kerim tilavetiyle devam etti.
Diyanet İşleri Başkanı Prof. Dr. Ali Erbaş, programda yaptığı konuşmada, bütün Müslümanlar için önemli bir zaman dilimi olan Muharrem ayında olduklarını, bu ayın onuncu gününe tekabül eden Aşure günü vesilesiyle bir arada bulunduklarını söyledi.
Diyanet İşleri Başkanı Prof. Dr. Ali Erbaş, 30 Eylül Cumartesi günü, Aşure Günü'nü idrak edeceklerini aktararak, şöyle konuştu:
"Muharrem ayı, Aşure ve Kerbela olayı, dünyanın hangi bölgesinde yaşarsa yaşasın, hangi dine, kültürel alt kimliğe ya da mezhebe ve meşrebi yapıya mensup olursa olsun, İslam toplumlarının hemen hemen hepsi için önemli ortak nokta ve unsurları ifade etmektedir. Sevgili Peygamberimiz, Muharrem'in haram aylardan olduğunu bildirmiş, 'şehrullahi'l-muharrem' ifadeleriyle Allah’ın ayı olarak nitelemiştir. Hz. Peygamber Medine'ye geldiklerinde, Muharrem ayının 10. gününde bir öncesi veya bir sonrasıyla oruç tutmuştur. Ayrıca Hz. Peygamber, Ramazan ayı orucundan sonra en faziletli orucun bu ayda tutulan oruçlar olduğunu bildirerek, Müslümanlara bu günlerde oruç tutmalarını da tavsiye etmiştir."
Muharrem ayı denildiğinde, İslam toplumlarının hemen hepsinde öncelikle hicret, aşure ve Kerbela'nın akla geldiğini ifade eden Erbaş, şöyle devam etti:
"Bugün, hepimizin Hz. Peygamber’in hicretle beraber Medine’de tesis etmiş oldukları kardeşlik müessesesi ve huzur ortamını iyi anlayıp hayatımızı buna göre anlamlandırmaya gayret göstermesi son derece önem arz etmektedir. Nitekim Sevgili Peygamberimiz’in Medine'ye hicretiyle birlikte başta Evs ve Hazrec olmak üzere farklı kabilelere mensup Müslümanlar ve o bölgede yaşayan bütün diğer inanç mensupları, birlik beraberlik, karşılıklı saygı ve ortak bir güvenlik ve huzur anlaşması çerçevesinde, barış içinde bir arada yaşamaya başlamıştır. İslam tarihinde bir dönüm noktası olan hicret, bu yönüyle de hepimiz ve bütün dünya için pek çok dersler içermektedir. Bizler bu vesileyle söz konusu güzelliklerimizin devamı adına hicretin hatırlattığı, sabır, özveri, fedakarlık, inanç gibi değerleri daima canlı tutmanın gayreti içinde olmak durumundayız."
- "İslam ülkeleri ve beldeleri adeta birer Kerbela olmuştur"
Prof. Dr. Ali Erbaş, İslam ve insanlık tarihinde gerçekleşen birçok önemli hadisenin Muharrem ayı içerisinde olduğunu kaydederek, bu nedenle Muharrem ayının insanlık ve iman tarihi için önem taşıdığını ifade etti.
Erbaş, Hz. Hüseyin'in şehit edilmesinin Muharrem ayı içerisinde olduğunu belirterek, şunları söyledi:
"Bununla birlikte Hz. Hüseyin’in bu günde şehit edilmesi nedeniyle Müslümanların ortak hafızasında daha çok bu müessif olayla hatırlanır olmuştur. Hepimizin bildiği gibi, Sevgili Peygamberimiz’in, isimlerini bizzat kendisinin koyup dünyanın iki çiçeği, cennet çocuklarının efendileri diye övdüğü, Hz. Ali ile Hz. Fatıma’nın ciğerparelerinden biri olan Hz. Hüseyin ve çoğu Ehl-i Beyt’ten 70’den fazla insan, 10 Muharrem 61’de siyasi ihtiraslar uğruna Kerbela’da şehit edilmiştir. Bu elim olay, Hz. Peygamber’i ve onun Ehl-i Beyti’ni seven biz bütün müminleri derinden yaralamış, kalplerimizi incitmiş, o günden bugüne bölgesi, kültürü, mezhep ve meşrebi ne olursa olsun bütün Müslümanları derin acılara gark etmiştir. Hz. Hüseyin, bütün müminlerin gönlünde taht kurarken, ona ve yakınlarına bu zulmü reva görenler tarih karşısında ve vicdanlarda hep mahkum edilmiştir."
Bugün Kerbela’nın acısını kalbinin derinliklerinde yaşayan Müslümanlara düşen en hayati ve tarihi görevin, Kerbela’nın doğru okunup anlaşılması ve ondan ders çıkarılması olduğunu bildiren Erbaş, şöyle devam etti:
"Asla tarihin acılarından yeni acılar üretmek, hüzünleri yeni hazanlara dönüştürmek değildir. Kerbela’nın bize en büyük mesajı birlik, beraberlik, vahdet ve kardeşliktir. Eğer bu mesajı hayata dönüştürmezsek, İslam coğrafyasında, hüznün ve matemin en acılı hikayeleri yaşanmaya devam edecektir. Maalesef bugün Halep’ten Yemen’e, Gazze’den Arakan’a İslam ülkeleri ve beldeleri adeta birer Kerbela olmuştur. Kerbela’yı anlamak Hz Hüseyin’i iyi tanımaktır. Elbette Hz. Hüseyin’in yolu, Allah’ın elçisi Muhammed Mustafa‘nın yoludur. Hz. Hüseyin’i anlamak hakkın, hukukun, özgürlüğün, adaletin, vefanın, sözüne sadık kalmanın, erdemin yoluna baş koymaktır. Hz. Hüseyin’i sevmek O’nun uğruna can verdiği değerleri sahiplenmektir."
İslam coğrafyasının Kerbela'ya dönüştüğünü dile getiren Erbaş, "İslam coğrafyasını Kerbela’ya dönüştürenler, etnik, mezhep, meşrep kavgalarıyla Müslümanların arasına tefrika sokarak bunu yapıyorlar. Bunun için ne adına olursa olsun, Müslümanlığın ortak vasfı olan ehl-i kıbleye karşı, nefrete sebep olan, suçlayıcı, ötekileştiren cümleler kurmanın iyiliğimiz ve geleceğimiz açısından hiçbir faydasının olmadığını bilelim. Müslümanların birlik ve beraberliğini zedeleyecek her türlü olumsuz tutum ve davranışlardan kaçınalım." değerlendirmesinde bulundu.
Sahile vuran bebeklerin, yurt arayışı umuduyla okyanuslara gömülen hayatların ortak acılar olduğunu vurgulayan Erbaş, "Bütün insanlığın huzuru ortak hedefimizdir. Ortak duamızdır. Bizim ortak düşmanımız, cehalettir, nefret dilidir, şiddettir, farklılıkları kavga sebebi sayan cahilliktir. Kardeşi kardeşe düşman yapan fitnedir." dedi.
- "Bir adam cahilse, zalimse Alevi olmuş, Sünni olmuş, Hristiyan olmuş ne fark eder"
Cem Vakfı Onursal Başkanı İzzettin Doğan da yaptığı konuşmada, terör örgütlerinin Sünni İslam ile bağdaştırılması algısının Batı'da oluşturulduğunu belirterek, "Böyle bir İslam'ın, yani bizim anladığımız Türkiye'deki Alevisi'nin de, Sünni'sinin de inandığı İslam ile alakasının olmadığını biliyoruz." değerlendirmesinde bulundu.
Dünya Ehl-i Beyt Vakfı Başkanı Fermani Altun ise yaptığı konuşmada, Sünni demenin Hz. Muhammed'in sünnetini yaşamaya dendiğini, Alevi demenin de Muhammed Ali'nin yolunu takip etmek manasına geldiğini ve bu sebeple her Müslümanın hem Sünni hem de Alevi olduğunu söyledi.
Altun, Alevilik ve Sünnilik kavramlarının doğru okunmadığını anlatarak, "Bugün daha çok çalışmamız gerekiyor, İslam'ın ve inancımızın ortak değerlerini nesillerimize öğrettiğimiz zaman, düşmanlık ve kavga ortadan kalkmış olacak. Bir adam cahilse, zalimse Alevi olmuş, Sünni olmuş, Hristiyan olmuş ne fark eder. Peygamber efendimizin öğretilerine daha çok sarılmamız ve nesillerimize İslam'ı doğru öğretmemiz lazım" diye konuştu.
Ehli Beyt Alimleri Derneği Başkanı Hasan Kanaatlı da Müslümanların kendi aralarında bir barışa ihtiyacı olduğunu vurgulayarak, "Ülkemizi ve Ortadoğu'yu parçalamak isteyenlere, bölgemizi küçük devletlere bölmek isteyenlere, emperyalistlere ve siyonistlere fırsat vermemek için Sünnisi, Alevisi, Caferisi ile Hüseyni bir duruş sergileme mecburiyeti vardır" dedi.
Program, İstanbul İl Müftüsü Prof. Dr. Hasan Kamil Yılmaz’ın İslam dünyasının barışı, huzuru, saadeti, birlik ve beraberliği için yaptığı duayla sona erdi.
Yorumlar