Xfiles

HZİ Nöropsikiyatri Vakfı'nın araştırmaları neyi amaçlıyordu

Ünlü Sümerolog Muazzez İlmiye Çığ'ın ölümü ile onun başkanı olduğu HZİ Nöropsikiyatri Vakfı gündeme geldi. HZİ Nöropsikiyatri Vakfı nedir, hangi amaçla ve kimlerce kurulmuştu ve neler yapmıştı.

HZİ Nöropsikiyatri Vakfının araştırmaları neyi amaçlıyordu

1971 yılında kurulan HZİ Nöropsikiyatri Vakfı'nın tam adı  Hamide Zekeriya İtil Nöropsikiyatri Vakfı idi. Vakfın adında yer alan Hamide, Vakıf Başkanı Muazzez İlmiye Çığ'ın annesinin, Zekeriya babasının adıydı. İtil ise ailesinin soyadıydı. Vakıfta Yönetim Kurulu Üyesi olarak görev yapan isimler arasında Muazez İlmiye Çığ'ın kardeşi nörolog psikiyatrist Prof. Dr. Turhan İtil de vardı. Vakıfta görev alan isimler arasında psikiyatrist Prof. Dr. Ayhan Songar'ın ve onun asistanı olan Psikiyatrist Nevzat Tarhan'ın da olduğu açığa çıktı. Ancak Prof. Dr. Nevzat Tarhan ilaç deneylerinde bulunmadığını belirtti.

İddialara göre; Vakıf, ABD’nin New York kentindeki “HZI Research Center”in şubesiydi. Vakıf, yurt dışından getirilen ilaçların, Türk insanına uygunluğu için tıbbi araştırmalar yapıyordu.   Vakfın CIA'nin Türkiye operasyonlarının bir parçası olduğu da iddia ediliyordu. 

Vakfın adı başlarda pek bilinmiyordu ancak 12 Eylül Darbesi’nin ardından tutuklanan siyasi görüşlü mahkûmlar üzerinde ilaç deneylerinin yapıldığının ortaya çıkması üzerine tanınırlığı arttı.. 

İddialara göre; vakıf tarafından cuntanın yardımıyla Mamak, Metris, Erzurum gibi siyasi tutuklu ve hükümlülerin çoğunlukta olduğu toplama kamplarında sağcı ve/veya solcular üzerinde “farmokolojik” (canlı organizmaya alınan ilaçların yapısını inceleyen bir bilim dalı) deneyler yapıldı. Deneyleri İtil ile Songar yürüttü. Songar, cuntanın emriyle cezaevindeki çalışmalara katıldı. İlaç çalışmaları kamuoyunun tepkilerine neden oldu.

Arkeoloji Müzesi Çalışanlarını kobay olarak kullanmışlar

Ancak vakfın çalışmalarının çok daha önce  başladığı anlaşılıyor...

7 Mart 1985 tarihli Nokta Dergisi’nde yayınlanan habere göre: “Muazzez Çığ, 33 yıl süreyle Arkeoloji Müzesi’nde çalışmıştı. Eşi Kemal Çığ da Topkapı Sarayı müdürüydü. 1975 yılında HZİ Vakfı’nın ilaç araştırmalarına katılanlardan biri de Arkeoloji Müzesi’nin o dönemdeki gece bekçisi Süleyman Çakaloğlu. Çakaloğlu, vakfa nasıl ‘Kobaylık’  yaptığını şöyle anlatmıştı:  “1975 yılında İstanbul Arkeoloji Müzesi’nde çalışıyordum. Yaz zamanıydı. Müzenin bahçesinde müdürün lojmanı vardı. Bir gün bir müze yetkilisi beni ve orada çalışan diğer arkadaşları topladı. Bize, ‘HZİ Vakfı’na gider misiniz? Sekiz hafta giderseniz size orada üç bin lira verecekler’ dedi. Bu da bize cazip geldi. Ne iş yapacağımızı o sırada sormadık. Daha sonra, biz Topkapı Sarayı’nda ve Arkeoloji Müzesi’nde çalışan 25 kadar arkadaş, kimimiz pazartesi, kimimiz salı günü sabah aç karnına HZİ Vakfı’na gittik. ..”

Vakfın, 5 bin kişi üstünde deney yaptığı ileri sürülüyor.

İtil, 1985’te Nokta Dergisi’ne verdiği röportajda, siyasi tutuklu ve/veya hükümlüleri “terörist” olarak nitelendirerek; “Bunlar buluttan nem kapan insanlar. Kendileri de bilmiyorlar. Kontrol edilemeyen bir kızgınlıkları var. Terörist olmasalardı da katil olurlardı. Türkiye’nin çeşitli hapishanelerindeki teröristlerle görüştük. En iyi ilaç yaştır. Kimse 40 yaşından sonra terörist olmaz. 40 yaşına kadar içeride tutulmaları gerekir” dedi.

İtil ile Songar; 1983’te Harbiye Orduevi’nde “Uluslararası Terörün Çağdaş Yönleri” adlı bir seminer düzenledi. İkili 1985’te “Türkiye’de Teröristlerin Rehabilitasyonu” başlıklı bir panel düzenlendi.

Katılımcılar arasında İtil ile yakın dostluğu olduğu bilinen CIA İstasyon şefi Paul Henze, Orgeneral Necdet Öztorun, dönemin İstanbul Valisi Nevzat Ayaz vardı.

Vakıf, 1990’da Dev-Genç militanı olduğu açıklanan kişiler tarafından bombalandı. Aynı zamanda örgüt tarafından bildiri yayımlandı. Bildiride İtil’in ilaç tekellerinin ürettiği yeni ilaçları Türk insanının üzerinde denenmesi için bu vakfın kurulduğu ileri sürülerek, “Sözde devrimciler psikopat kişiliğe sahip insanlar oldukları ispatlanacak ve nasıl ‘rehabilite’ edilecekleri ‘bilimsel’ olarak ortaya konacaktı.

İtil, bu konuda 12 Eylül cuntasına akıl hocalığı yaptı. HZİ Vakfı, emperyalist tekeller hesabına çalışan halk düşmanı bir kuruluştur. İnsanlarımı kobay gibi kullanmıştır. Devrimciler tekellerin düşmanı değildir” denildi.

Cumhuriyet Gazetesi başyazarı İlhan Selçuk, vakfın çalışmalarını 1985’te gündeme getirdi.

Muazzez İlmiye Çığ, Selçuk’un yazısı ve Dev-Sol’un saldırısı konusunda “O İlhan Selçuk filan, bizi rezil ettiler. En sonunda Dev-Sol geldi bizi bombaladı. Turan’ı beklemişler. Bereket o ki gün sonra geldi. Bizim personeli silah zoruyla bir yere kapatıp Turan’ın odasına bomba koymuşlar. Bomba olayından sonra biz burayı kapattık.”

Günümüzde Üskükadr Üniversitesi rektörü olan Prof. Dr. Nevzat Tarhan,  söz konusu vakfın çalışmalarına katılmadığını söylüyor ama Songar’ın sonuçlarını açıkladığı araştırmayı oanylıyor.

Vakfın 12 eylül döneminde mahkumlar üzerinde yaptığı araştırmaların sonuçları şöyleydi:

  • Teröristlerin çoğunluğu kırsal bölgelerden kente okumaya gelmiş gençler arasından çıkıyor.
  • Ailelerinin eğitim düzeyi düşük, babalarının çoğunun eğitim düzeyi ilkokul ya da daha aşağıdadır.
  • Suçlular ve teröristler arasında geldikleri yöreler bakımından benzerlikler var.
  • Sağcı ya da solcu teröristler arasında kökenleri açısından bir farklılık yok.
  • Yakın akrabaları arasında suçluların bulunduğu ailelerden daha çok terörist çıkıyor.
  • Teröristlerin genellikle zeka seviyeleri düşük. ancak lider durumda olanlar arasında bir inceleme yapılmış değil.
  • Adli suçlulara göre teröristlerde saldırganlık eğilimleri daha az.
  • Teröristlerin çoğunda belirgin olmayan fonksiyonel beyin bozuklukları var.
  • Teröristler adli suçlulara göre cinsel bakımdan kendilerini daha çok tatmin edilmiş sayıyor.
  • Terörist katillerin öbür katillerden pek bir farkı yok.
  • Teröristler genellikle kendi içlerine kapanık kimseler, adli suçlulara göre daha az mazoşist eğilim gösteriyorlar.

Birgün Gazetesi Yönetim Kurulu Başkanı İbrahim Aydın, Muazzez İlmiye Çığ’ın vefatının ardından tekrar gündeme gelen HZİ Nöropsikiyatri Vakfı'nın yaptığı deneyleri şu şekilde anlattı.

"Çığ'ın kurucusu olduğu vakıf, kardeşi Turan İtil'in 12 Eylül darbesi sonrası Erzurum 3 No’lu Askeri Cezaevi’nde siyasi tutuklular üzerinde yaptığı ilaç deneyleriyle biliniyordu. Saymıştım, 52 tane iğne vurmuşlardı bana" diyen Aydın, yaşadıklarını şöyle anlattı:

“Cezaevindeki direnişler çok ilginçti aslında, kısaca bahsetmekten geçmeyeyim. Dava açıldıktan sonra bir dönem yumuşadı, çünkü mahkemelerde bunu dile getirirdik, suç duyurusunda bulunurduk. ‘Cezaevinde işkence var, bu koşulda savunma yapamıyoruz, mahkemelere gelemiyoruz’ diye şiddetli itirazlarımız olurdu. Bundan hareketle biraz daha yumuşatırlardı işin doğrusu uygulamaları. Biraz daha rahat koşullarda yaşamak isterdik ancak belirli dönem sonra bu hızla değişti. Özellikle tek tip elbise dayatması içerisine girdiler. Tek tip elbise dayatması, teslim almanın aslında şahikası. İnsanları topyekun teslim almanın bir aracı haline dönüştürmeye çalıştılar.

"Bir ara iç çamaşırlarla mahkemeye çıkarmaya çalıştılar"

Biz başlangıç itibariyle bunu topyekûn reddettik, giymedik. Bir ara iç çamaşırlarla mahkemeye çıkarmaya çalıştılar. Mahkeme tabii ki öyle koşullarda mahkeme yapmayı reddetti ve dolayısıyla bizi tekrar cezaevine gönderdiler. Uzun zaman özellikle Erzurum -30, 35'leri görür soğuk. O koşullarda, tesadüfen kışa da gelmişti, tek tip elbise giymemek için direnmeye çalıştık. Bizi hücrelere atarlardı bunun için. İşte direndiğimiz, giymediğimiz için. Özel hücreler yapmışlardı. Bir insanın çömelerek durabildiği tarzda hücrelerdi bunlar, çok özel hücrelerdi. İçine su doldururlardı, hatta su buz tutardı.

"Hücrelere götürüp çıkarırken yoğun iğne vurmaya başladılar"

Zaman zaman üzerinde elbise olmadan sadece küçük bir battaniye vererek hücrelere atarlardı bizi. Ona karşı uzun bir direniş sürdü. Tabii bu arada şöyle bir şey de oldu onu atlamadan geçmeyeyim. Bize bir ara bir özellikle hücrelere götürüp çıkarırken yoğun iğne vurmaya başladılar. Yani ne olduğunu bilmediğimiz tarzda böyle bir anda işte 5 enjektörün, 6 enjektörün doldurulup iğne vurulduğu olaylar olmaya başladı. Hücreye giden arkadaşların hemen hemen hepsine aşağı yukarı bu uygulamayı yapmaya başladılar. Hücreye giriyorsun 1 hafta sonra çıkıyorsun, girerken atıyorum 10 tane iğne yiyorsun çıkarken bir 10 tane daha iğne yiyorsun. Sonra 1 hafta sonra bir daha gidiyorsun yine o iğneyi vuruluyorsun.

Öyle bir yoğun bir iğne vurma furyası başladı. Bir yandan da bizi havalandırmaya çıktığımız zaman bizi kulelerden gözleyen, hiç tanımadığımız tipler ortaya çıkmaya başladı. Birkaç ay sürdü bu uygulama. Saymıştım, 52 tane iğne vurmuşlardı bana. Sonra herhangi bir etkisi olmadı. Herhangi bir şey hissetmedim. Daha sonra bunun ne olduğunu araştırdık, öğrendik.

"Hücreye giden, tek tip elbise giymeyen, hücreye giden hemen hemen herkes o iğnelerden yedi"
Siyasi mahkumlar üzerinde yapılan bir deney. Özellikle Amerikan menşeli işte ‘Komünizm bir hastalıktır, dolayısıyla hastalık pekala tedavi edilebilir’ diye başlayan bir proje bu. Türkiye'de Turan İtil yürütüyor bu projeyi, komünistleri tedavi etmek için. Bunun birçok suç duyurusunu yaptık. Daha sonradan hastanelere götürdüler, incelediler, tahliller yaptılar. Herhangi bir şey çıkmadı. Sanırım zaten yanlış bir ilaçmış herhalde ki, komünist düşünce tedavi olmuyormuş. O dönemde direniş içerisinde olan, dolayısıyla hücreye giden, tek tip elbise giymeyen, hücreye giden hemen hemen herkes o iğnelerden yedi.”

Cumhuriyet / t24.com.tr

Yorumlar