Xfiles

Şemsi Sivasi'nin 'son kerameti'

Ünlü Yazar Mehmet Ali Bulut, Sivas'ın Sahibi olarak nitelendirdiği mutasavvıf şair ve alim Şemseddin Sivasî Türbesinin bulunduğu Meydan Camii'nde yaşadığı olayı anlattı.

 Şemsi Sivasinin son kerameti

İslam Tasavvuf Dünyasında Şemsi Tebrizi ve Ak Şemseddin ile birlikte ünlü 3 Şems'ten (3 Güneş) biri olarak anılan, halk arasında evliya olarak Şems'ül Aziz ve esmerliğinden dolayı Kara Şems olarak da tanınan ünlü mutasavvıf, Ünlü Yazar Mehmet Ali Bulut'un hayatına yön veren olayda önemli rol oynadı.

Mistik ve ezoterik konulardaki uzmanlığıyla tanınan ve eserleri çok satanlar listesinden inmeyen Mehmet Ali Bulut, son olarak "Ahirette 45 Gün" kitabıyla Anadolu'da yaşanan gerçek bir olayla "insanlar en azından rüya vasıtasıyla ahiret hayatı ile ilgili tecrübeler yaşadığını" gündeme taşımıştı. 

Ünlü yazar nadir paylaşımlarda bulunduğu @mehmet.alibulut sosyal medya hesabında son olarak ziyaret ettiği Sivas Meydan Camisi'nde yaşadığı olayı paylaştı. Mehmet Ali Bulut'un yaşadığını ifade ettiği olay, Şemsi Sivasî'nin keramet ehli olduğunu bir kez daha gündeme getirdi.

Şemsi Sivasî'yi gören yazar, daha sonra yaşadıkları ile bakın nasıl şoke oluyor...

İşte Şemseddin Sivasî'nin 'son kerameti'ni konu edinen o paylaşım. 

Sivas’ın Gerçek Sahibi

Sivas’a, hanımı istemeye geldiğimde, üç beş gün muhatap bulamamıştım. Perşembe sabahıydı. Nasıl olduysa sabah namazına uyanamamıştım. Canım sıkıldı. Kalktım yataktan, otelden çıktım.

Hemen bitişiğinde Paşa Camii var. Önce oraya gireyim dedim ama ayaklarım beni Meydan camiine götürdü.

Ben o zaman, mübareğin türbesinin orda olduğunu bilmiyorum. Abdest alıp camiye girdim. Sol tarafa geçip, başımın altına da bir seccadeyi dürüp yastık yaptım, yüzümü kıbleye dönüp uzandım. Kerahet vakti geçsin diye. Malum, güneş doğduktan sonra 45 dakika namaz kılınmaz. Dalmışım.

Bir anda tak tak vuran bir sesle uyandım. Baktım, biri başucumda dikilmiş. Sert bir sesle “kalk!” dedi. Görevli sandım. Kalktım. Tabi şaşkınım. Ne vakit daldım, bu da kim, derken, baktım elinde uzun bir asa var.

Üstünde kirli beyaza çalan bir fistan! Boyu iki metre var:

Hakim bir sesle -Ne arıyorsun burada?

-“Namaz kılacağım, kerahet geçsin istiyorum”.

-Sivas’ta ne arıyorsun, hayrında mısın şerrinde misin?

-“Benim şerle işim olmaz, hayırlı bir iş için germiştim”.

- Bu kıldırlı kim, Recep, Ahmet neyin olur. Yiğitlerden ne istiyorsun?… böyle peş peşe bir yığın soru. Hiç birisini bilmiyorum. Sadece merakla dinledim. Biraz da korkuyla..

Heybetli adam. Sonra “tamam” dedi, “maksadın verildi, Ahmede git”.

Kısa bir aradan sonra “kalk bir abdest al, namazını kıl” dedi. Kendisi de mihraba yöneldi, belli ki kuşluk namazı kılacak. Öyle düşündüm. Hemen çıkıp abdest aldım. İki dakika sürmedi, baktım adam madam yok.

Yıllar sonra öğünecektim ki o Şemsi Sivasî imiş. Böyle yaparmış sevdiğine. Mamafih, camiden çıkar çıkmaz, orada bir türbe olduğunu ve türbenin Şemsi Sivasî’ye ait olduğunu gördüm.

Ama içerde gördüğüm o zatın Şemsi Sivasî olduğunu, o zaman bilmemiştim.

Ben bunun üzerine, şimdi eşim olan Rahime hanımı aradım ve bu isimleri sordum. Kıldır babamın, Yiğitler annemin köyüdür. Annemin de babamın da baba adı Ahmettir. Dedem ise Recep... İçimden “Bu Ahmetlerden biri işi çözecek inşallah” dedim ama bunu ona söylemedim.

Öğle gibi hanım adayı aradı, “Annem diyor ki”, dedi, “Mehmet Ali’yi babama (yani Rahime hanımın babaannesi Ahmed’e) götür. O karar versin diyor”.

Fitre miktarı bu yıl kaç lira?İslam dininde vacip olan ve halk arasında fitre olarak bilinen fıtır sadakasının Ramazan'da verilmesi tavsiye edilmektedir. Fitreyi kimler verir, miktarı nedir?

 

Şemsi Sivasi kimdir?

TDV İslam Ansiklopedisi'ndeki Hasan Aksoy imzalı makalede şu bilgiler veriliyor.

(ö. 1006/1597)... Halvetiyye tarikatının Şemsiyye kolunun kurucusu, âlim ve şair. 

926 (1520) yılında Tokat’ın Zile kazasında doğdu. Horasan’dan Zile’ye göç eden Ebü’l-Berekât Muhammed Efendi’nin oğludur. Adı Ahmed olup esmer olduğundan Kara Şems diye tanınır. Anadolu’da faaliyet gösteren ilk Halvetî şeyhlerinden Habib Karamânî’nin halifelerinden Amasyalı Hacı Hızır’dan hilâfet alan Muhammed Efendi’nin Şemseddin Sivâsî’den başka Muharrem, İbrâhim ve İsmâil adlarında üç oğlu daha vardır. Şemseddin ilk öğrenimine Zile’de başladı, daha sonra Tokat’ta bulunan kardeşlerinin yanına gitti. Burada Arakiyecizâde Şemseddin Mahvî Efendi’den faydalandı. Şemseddin Sivâsî’nin İstanbul’da medrese tahsilini tamamladığı ve müderrislik yapmaya başladığı, bir gün müderrislerin ilim haysiyetine yakışmayacak tarzda yardakçılık yapmalarına rağmen kazasker tarafından aşağılanmalarına şahit olduğu, bu duruma çok üzüldüğü, Fâtih Camii’nde iki rek‘at tövbe namazı kılarak müderrisliği terkettiği ve tasavvuf yoluna girmeye karar verdiği, İstanbul’dan ayrılıp hacca gittiği, hac dönüşü Zile’ye giderek vâizlik yapmaya başladığı kaydedilmektedir (Mehmed Nazmi, s. 367). Buradan Amasya’ya geçip babasının şeyhi Hacı Hızır’ın halifesi Muslihuddin Efendi’ye intisap eden Şemseddin, şeyhinin vefatının ardından bir süre Tokat’ta kaldıktan sonra Zile’ye döndü. Tekrar Tokat’a giderek Şeyh Mustafa Kirbâsî Efendi’ye biat etmek istediyse de Kirbâsî Efendi, kendisinin çok yaşlı olduğunu söyleyip altı ay sonra Tokat’a gelecek olan Abdülmecid Şirvânî’ye intisap etmesini tavsiye etti. Şemseddin, Abdülmecid Şirvânî’ye on yıl kadar hizmet ettikten sonra otuz beş yaşlarında hilâfet alıp Zile’ye döndü. Sivas Valisi Hasan Paşa, inşa ettirdiği Meydan Camii’nin (Yenicami) vâizlik görevi için kendisini Sivas’a davet etti. Bu daveti, Zile’deki yaşlı babasının ve Tokat’taki şeyhinin izniyle ve ailesiyle talebelerini de beraberinde götürmek şartıyla kabul etti. Sivas’ta vâizliğin yanı sıra bir tekke açarak irşad faaliyetine başladı.

Sivas’ta uzun yıllar irşad faaliyetini sürdüren Şemseddin Sivâsî ömrünün sonlarına doğru III. Mehmed’in daveti üzerine Eğri seferine katıldı (1005/1596). Halvetî-Şemsî şeyhlerinden Mehmed Nazmi Efendi’nin, Şemseddin Sivâsî’nin menâkıbnâmesini yazan yeğeni Receb Efendi ile Abdülmecid Sivâsî ve bazı çağdaşlarından naklen verdiği bilgiye göre Şemseddin Sivâsî, henüz padişahtan davet almadan düşmanla cihad etmek gerektiğini söyleyip sefer hazırlıklarına başlamış, İstanbul’a gitmek için halkla vedalaştığı sırada padişahın cihada davet mektubu kendisine ulaşmış, İstanbul’da başta padişah, devlet adamları ve ulemâ tarafından karşılanmıştır. Aziz Mahmud Hüdâyî, yaşlı haliyle sefere katılmasının sebebini sorduğunda şimdiye kadar cihâd-ı ekber yaparak Peygamber’in sünnetine uyduğunu, fakat cihâd-ı asgara katılamadığını, bu yolda da onun sünnetine uymak arzusunda olduğunu söylemiştir. Eğri seferi dönüşünde rahatsızlanıp bir süre İstanbul’da dinlenmiş, Sivas’a dönmek için izin talep ettiğinde III. Mehmed kalmasını istemiş, ailesinin yanında ölmeyi arzu ettiğini söyleyince dönmesine müsaade etmiştir (a.g.e., s. 366-374). Osmanlı tarihlerinde Şemseddin Sivâsî’nin bu sefere katılması hususuna pek yer verilmemektedir. Peçuylu İbrâhim padişahtan naklen, “Akşemseddin, İstanbul fethinde Sultan Mehmed-i Sânî ile bulunmuşlar. Kara Şemseddin, Sultan Mehmed-i Sâlis ile Egre’de bulunsalar aceb midir?” şeklinde bir ifadeye yer vermektedir (Târih, II, 290 vd.). Şemseddin Sivâsî, Sivas’a döndükten kısa bir süre sonra Rebîülevvel 1006’da (Ekim 1597) vefat etti ve Meydan Camii hazîresine defnedildi. Receb Efendi tarafından kıldırılan cenaze namazına 60.000 civarında kişinin katıldığı rivayet edilir (Mehmed Nazmi, s. 375). “Mekân u câyı oldu cilvegâh-ı kurb-ı lâhûtî / Tolındı hayf Şems-i ma‘na dîdemden nihân oldu” (1006); “Kadriyâ târîh-i fevtini dedim / Nüh felek Şems tolındı nûr ile” (1006); “Ey Hüsâmî fevtine târîhtir / Rûh-ı pâk-i Şemsîye firdevs cây” (1006) beyitleri vefatına tarih düşürülmüştür. Ölümünden üç yıl sonra inşa edilen türbesi Sivas’ın önemli ziyaretgâhlarındandır. Necmü’l-Hüdâ fî menâkıbı’ş-Şeyh Şemseddîn Ebi’s-Senâ adıyla Türkçe bir menâkıbnâme kaleme alan Receb Efendi onun Muhammedî-meşrep, Hanefî-mezhep, Halvet-tarik olduğunu söyler (vr. 15b).

Şemseddin Sivâsî’nin eserlerinin incelenmesinden Arapça’ya ve dinî ilimlere tam vâkıf olduğu anlaşılmaktadır. Farsça’dan tercümeler yapması, Farsça grameri hakkında bir risâle yazması, ramazan gecelerinde Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî’nin Mes̱nevî’sini müridlerine okuyup şerhetmesi onun Farsça’yı da bildiğini ortaya koymaktadır. Eğri seferi için İstanbul’a geldiğinde Aziz Mahmud Hüdâyî tarafından karşılandığı, Hüdâyî’nin kendisine büyük saygı gösterdiği, elini öptüğü, üç gün Hüdâyî Tekkesi’nde kaldığı, bu sırada İstanbul’un ileri gelenleri tarafından ziyaret edildiği, III. Mehmed’in kendisi için Sinan Paşa Köşkü’nde ziyafet verdiği, ziyafette bulunanların ve Şeyhülislâm Hoca Sâdeddin Efendi’nin hürmetine mazhar olduğu belirtilmektedir. Şemseddin Sivâsî’nin Ehl-i sünnet’in görüşlerine sıkı bir şekilde bağlı olduğu, Ehl-i sünnet dışı görüşlere, Râfizîler’e, Şîa’ya ve Bektaşîler’e karşı son derece sert bir tavır ortaya koyduğu görülmektedir. Şiirlerinde “Şemsî” mahlasını kullanmış, çok sayıda manzum eseri olmakla birlikte zamanının iyi şairleri arasına girememiştir. Bunda şiiri irşad vasıtası olarak kullanmayı tercih etmesinin etkisi vardır; dolayısıyla ağdalı ve mazmunlarla dolu ifadelerden kaçınmıştır. Gazel şeklindeki ilâhileri ise daha akıcı olup çoğunda redifli kafiyeyi tercih etmiş, bu tür şiirleri çok tutulmuş ve bir kısmı bestelenmiştir.

Tarikatı. Şemseddin Sivâsî’nin tarikat silsilesi biri Muslihuddin Efendi, Hacı Hızır Amâsî, Habib Karamânî; diğeri Abdülmecid Şirvânî, Şahkubâd-ı Şirvânî, Mevlânâ Muhammed Rukıyye, Mevlânâ Yûsuf Mahdûm vasıtasıyla olmak üzere iki koldan Halvetiyye tarikatının ikinci pîri Seyyid Yahyâ-yı Şirvânî’ye ulaşmaktadır. Onun yirmi dokuz halife yetiştirdiği ileri sürülmektedir. Şemsiyye tarikatı, Şemseddin Sivâsî’nin yeğeni Abdülmecid Sivâsî’nin İstanbul’a gelmesinin ardından Abdülahad Nûri döneminde Sivâsiyye adıyla anılmaya başlanmıştır. Kaynaklarda Şemsiyye hakkında fazla bilgiye rastlanmamaktadır. Abdülbaki Gölpınarlı, Şemsiyye’nin kendi döneminde Mısır’da devam ettiğini ileri sürmüştür (İA, XI, 423). 1987’de Hasan Aksoy tarafından Kahire’de yapılan araştırmalarda Gölpınarlı’nın sözünü ettiği Şemsiyye’nin başka bir tarikat olduğu tesbit edilmiştir. Şemseddin Sivâsî’den sonra yerine oğlu Pîr Mehmed Efendi, onun ardından damadı Receb Efendi postnişin olmuş, tarikat daha sonra Abdülmecid Sivâsî tarafından sürdürülmüş, onun İstanbul’a gitmesiyle Sivas’taki Şemsiyye Dergâhı ikinci planda kalmıştır. Bu dergâhtaki irşad faaliyeti, Şemseddin Sivâsî’nin soyundan gelen şeyhler tarafından tekkelerin kapatıldığı 1925 yılına kadar sürdürülmüştür. Şemsiyye tarikatında uygulanan zikirde Halvetiyye’nin diğer kollarına göre farklılık vardır. Şemsiyye’de esmâ-i seb‘a zikrinin yanı sıra Şemseddin Sivâsî tarafından belirlenen kadîr, kavî, cebbâr, mâlik, vedûd isimleri fürûat esmâsı olarak zikredilir. Tarikata girmek isteyenlere tövbe ve istiğfardan sonra kalbi temizlemek için kelime-i tevhid zikri, nefs-i emmârenin yola girmesi için “cû‘, seher, halvet” ve “samt”ın gerekli olduğu telkin edilir. Mehmed Nazmi bunların tarikatın dört duvarını, devamlı zikretmenin ise tavanını teşkil ettiğini söyler. Taç Şemsiyye’de halvete işarettir. Yılda bir veya üç halvet tarikatın erkânı diye kabul görmüştür. Taçtaki yirmi dal esmâ-i fürûdan tekmil ismi olan vedûda, “pul” diye isimlendirilen güller sırr-ı hüviyyete, düğme ise vahdet sırrına işaret sayılmıştır.

Eserleri. A) Manzum Eserleri. 1. Süleymâniyye (Süleymânnâme). Şemseddin Sivâsî’nin ilk manzum eseri olup 1684 beyitten oluşmaktadır. 964 (1557) yılında nazmedilen mesnevi Hz. Süleyman ile Sabâ Melikesi Belkıs arasında geçen olayları anlatır. Eser üzerinde Hüseyin Akkaya tarafından yapılan yüksek lisans çalışması yayımlanmıştır (I-II, Cambridge, Harvard University 1997). 2. İbretnümâ (Tercüme-i İlâhînâme-i Attâr). 100 hikâyeden oluşmakta, hikâyelerin sonunda okuyucuya nasihat verilmektedir. Mesnevi tarzında yazılan ve 983’te (1575) Sivas’ta tamamlanan eser üzerinde Burhan Enginoğlu yüksek lisans (1997, Cumhuriyet Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü), Erol Çöm doktora (2007, SÜ Sosyal Bilimler Enstitüsü) tezi hazırlamıştır. 3. Gülşen-âbâd*. Şemseddin Sivâsî, 560 beyitlik bu mesnevisinde on çiçeği konuşturarak vahdet-i vücûd ve seyrüsülûk hakkında müridlerine bilgi vermektedir (nşr. Hasan Aksoy, İstanbul 1990). 4. Mevlid. 1217 beyitten oluşan eser Rebîülevvel 988’de (Nisan 1580) tamamlanmıştır. Eserin çeşitli baskıları yapılmışsa da bunların hiçbiri tam değildir. Eser üzerinde Hasan Aksoy doktora çalışması yapmıştır (bk. bibl.). 5. Heşt Bihişt. Mesnevi tarzındaki eser dört kısma (makam) ve her makam iki bölüme ayrılmıştır. Birinci kısım âdil emîrlerin, ikinci kısım ilmiyle amel eden âlimlerin, üçüncü kısım cömert zenginlerin, dördüncü kısım fakirlerin durumunu anlatır. Nermin Buluz eser üzerinde yüksek lisans çalışması yapmıştır (1997, Cumhuriyet Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü). 6. Mir’âtü’l-ahlâk ve mirkātü’l-eşvâk. Bir nasihatnâme olan bu mesnevide iyi ve kötü huylardan bahsedilmektedir. On bab ve on fasıldan oluşan ve Receb 996’da (Haziran 1588) Sivas’ta yazılan eser üzerinde Ömer Aldanmaz yüksek lisans (2000, Cumhuriyet Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü), Birgül Toker doktora (2003, SÜ Sosyal Bilimler Enstitüsü) tezi hazırlamıştır. 7. Dîvân-ı Şemsî. Tevhid, na‘t ve gazellerden meydana gelen divançedeki şiirlerin hemen tamamı tasavvufî mahiyettedir. Eserin tesbit edilebilen dört nüshasından Süleymaniye Kütüphanesi’ndeki nüshada (Lala İsmâil, nr. 453/3) yetmiş altı gazel, iki tahmîs, dokuz beyit, Millet Kütüphanesi nüshasında (Manzum, nr. 232) seksen altı gazel ve sekiz beyit bulunmaktadır (nşr. Recep Toparlı, Sivas 1984). 8. Tercüme-i Kasîde-i Bürde (İÜ Ktp., TY, nr. 3053). 9. Menâkıb-ı İmâm-ı A‘zam (İstanbul 1291, 1293). 1001 Cemâziyelevvelinde (Şubat 1593) telifine başlanan eser aynı yılın şâban (mayıs) ayında tamamlanmıştır. Şemseddin Sivâsî eseri ağabeyi Muharrem Efendi’nin arzusu üzerine telif ettiğini bildirmektedir. Didaktik amaçla yazıldığından kafiye düzenine ve nazım yönüne pek dikkat edilmeyen eserde Alevî, Râfizî ve Bektaşîler eleştirilmekte ve asıl yolun şeriat yolu olduğu belirtilmektedir. 10. İrşâdü’l-avâm. Tasavvufî nasihatnâme tarzındaki 255 beyitlik mesnevinin tenkitli metni Hüseyin Akkaya tarafından yayımlanmıştır (Cumhuriyet Üniversitesi İlâhiyat Fakültesi Dergisi, VII/2 [Aralık 2003], s. 1-30). 11. Menâsik-i Hac (Umdetü’l-huccâc). Hakkında yakın zamana kadar bilgi bulunamayan eser Mustafa Toker’in yaptığı çalışma neticesinde gün ışığına kavuşmuştur (bk. bibl.). Buna göre Menâsik-i Hacc’ın biri Dârü’l-kütübi’l-Mısriyye’de (Tal‘at, nr. 139) diğeri de Fatih Güneren’in özel kitaplığında olmak üzere iki nüshası bulunabilmiştir. Mesnevi şeklinde yazılmış olan eserde haccın edası için yapılması gerekenler anlatılmaktadır.

B) Mensur Eserleri. 1. Ḥallü meʿâḳıdi’l-Ḳavâʿid (İstanbul 1311). İbn Hişâm en-Nahvî’nin el-İʿrâb ʿan Kavâʿidi’l-iʿrâb adlı eserinin hâşiyesi olup 967 Zilkadesinde (Temmuz-Ağustos 1560) Zile’de telif edilmiştir. 2. Zübdetü’l-esrâr fî şerḥi Muḫtaṣari’l-Menâr. Ebü’l-Berekât en-Nesefî’nin usûl-i fıkha dair Menârü’l-envâr adlı eserinin Ebü’l-İz Tâhir b. Hasan el-Halebî’ye ait muhtasarının şerhidir ve Şâban 974’te (Şubat 1567) Sivas’ta kaleme alınmıştır. 3. es-Safâyih fî tercemeti’l-Levâyih. Molla Câmî’ye ait eserin tercümesidir. 4. Menâzilü’l-ârifîn. Dört bölümden oluşan nasihat tarzındaki eserde yer yer âyet ve hadisler zikredilmekte, ayrıca her bahis içinde Türkçe rubâîlere yer verilmektedir. 5. Menâkıb-ı Çehâr Yâr-ı Güzîn. Şemseddin Sivâsî’nin en tanınmış eseridir. On iki bölümden oluşan bu hacimli kitapta müellifin oldukça yalın bir dil kullandığı görülmektedir (İstanbul 1258, 1291, 1325). 6. Umdetü’l-edîb fi’t-ta‘lîm ve’t-te’dîb (Kavâid-i Fârisiyye). 7. Emr-i İlâhî ve Hüccet-i İlâhî. İki bölümden ibaret tasavvufî bir risâledir. 8. Nakdü’l-hâtır (Süleymaniye Ktp., Pertevniyal Sultan, nr. 85). Kehf sûresinin tefsiridir. III. Murad zamanında 1003’te (1595) yazılmaya başlanan eser onun vefatından sonra tamamlanmış ve III. Mehmed’e takdim edilmiştir. Kısmen manzum olan eserde Hızır ile Mûsâ kıssası önemli bir yer tutmaktadır. Eser üzerinde Yusuf Yıldırım bir yüksek lisans çalışması yapmıştır (1995, EÜ Sosyal Bilimler Enstitüsü).

Şemseddin Sivâsî’nin Menâkıb-ı İmâm-ı A‘zam adlı kitabında zikrettiği Dâiretü’l-usûl adlı eserine henüz rastlanmamıştır. Şerh-i Gazeliyyât-ı Sultân Murâd-ı Sâlis adlı bir yazmanın başında (Süleymaniye Ktp., Amcazâde Hüseyin Paşa, nr. 282/2, vr. 114a-167a) eserin Şemseddin Sivâsî’ye ait olduğu kaydedilmişse de içinde ona aidiyeti gösteren bir işaret bulunmamaktadır (eserlerinin yazma nüshaları ve baskıları için ayrıca bk. Aksoy, Şemseddin Sivâsî, Hayatı, Eserleri, s. 19-55).

mistikalem.com

Yorumlar