Mindfulness Temelli Değişim ve Dönüşüm Koçu Raquel Habib, sürdürülebilir değişim için mindfulness’ın hayata nasıl uygulanacağını anlattı:
Gerçek değişim, hakiki doğamızı ve özümüzü görebilmekle
Kadim Doğu öğretileri, ortak söylem olarak bizlerin tam ve bütün olduğunu işaret ediyor. Eğer tam ve bütün olarak olduğumuz gibi yeterliysek, kendimizi değiştirme çabası niye? Tabii ki kendimiz için yeni bir vizyon belirleyerek gereken adımları atmak ya da beğenmediğimiz bir yanımızı, bir alışkanlığımızı törpülemek bizleri arzuladığımız değişim içine sokabilir. Oysa gerçek değişim, hakiki doğamızı ve özümüzü görebilmekle, kendi özümüzün etrafını saran tüm yanılsamalarımızın farkına vararak, bu yanılsamaların bizde yarattığı etkileri bilinçli bir şekilde bertaraf ederek; kısacası, özümüzle uyum içinde olmayan tüm unsurlarımızdan kendimizi arındırarak mümkün.
Kendimizde olanı sürekli yargıladığımızda kendi kendimize atak etmiş oluruz. Böyle bir durumda saldıran da saldırılan da biz oluyoruz. Biri size saldırdığı an ne yaparsınız? Odağınız kendinizi korumaya mı, yoksa değiştirme ihtiyacınız olan mevzulara mı yönelir? Mütemadiyen kendini eleştirmek ya da eleştirilmek, varlığımıza yapılan duygusal saldırıdan başka bir şey değildir. İsterseniz savaş meydanında olalım, isterseniz bir diyalogda… Sürüngen beynimiz her iki durumda da bu saldırıyı tehdit olarak algılar ve hayatta kalma mücadelesi vermesi gerektiğine inanır. Kendimizi koruma içgüdüsü aktive olur; ya geri saldırırız ya da kendimizi her şeye kapatırız. Tabii ki değişime de!
Eğer sürekli birini eleştiriyorsanız, bu kişi kendiniz de olsa, o kişinin kendisini kolaylıkla değiştirmesini beklemeyin. Hele ki sürdürülebilir bir değişiklik hiç beklemeyin. Eleştiri sadece güven ve inanç kaybına, uzun vadede de motivasyon eksikliğine neden olur.
Değişim için ilk yapılması gereken
Değişim için önce kendimizi yargılamaktansa olduğumuz gibi kabul edelim, kucaklayalım, kendimize şefkatle yanaşalım. Kabul etmek, kendimizde hoşlanmadıklarımıza tutunmaya devam etmek değildir. Kendimizi acımasızca kamçılayarak hatalarımızı daha iyi anlayacağımız algısı ile kodlanmış olabiliriz. Lakin unutuyoruz ki yapıcı, kalıcı hiçbir değişiklik katı ve acımasız eleştiriler ile gerçekleşmez. Yargılayıcı bir yaklaşım, içimizde sadece direnç ve acı yaratır. Direnç ise değişimin düşmanıdır. Kendimizden beklediğimiz ya da bizden beklenilen değişim alanlarında bir direnç hissediyor ve bunun nereden geldiğini anlamıyorsak, kuvvetle muhtemel direncin altında, derinlerde duygusal düğüm olmuş bir ihtiyaç ya da katılaşmış bir inanç kalıbı vardır. Direnç ise otomatik olarak ortaya çıkan hayatta kalma refleksi gibi devreye girer. Kişi, durumun farkında olsa bile sebebini bilemeyebilir.
Bu gibi durumlarda size önerim, kendi hayatımda anbean uyguladığım mindfulness pratikleridir. Çünkü mindfulness çalışmalarının temelinde; anbean, olanı olduğu gibi yargısızca görebilmek, kabul edebilmek ve olanlara şefkatle bakabilmek yatar. Mindfulness’ın iki kanadı var: İlki şefkat, diğeri de farkındalık. Biri varsa, öteki de muhakkak mevcuttur. Bu iki kanada sahip olduğumuzda ise içimizdeki bilgeyi daha kolay duyabiliriz. Ve hayatımızda arzu ettiğimiz değişimleri sürdürülebilir hale getiririz. Eckhart Tolle’ün belirttiği gibi, olanı olduğu gibi kabul etme hali belki de bizi “an”a getiren en kestirme yoldur. Çünkü kabul eyleminin içinde, olana karşı direnmek yoktur. Kabul hali, bizi “an”a, iç barışa ve iç huzura getirir. Ancak olana “evet” diyebildiğimizde geçebiliriz bu faza. Aksi halde, olanla mücadele içine girer ve acı çekmeye başlarız. Ve değişim sadece uzak bir hayal olarak kalır!
Sürdürülebilir değişimler ancak ve ancak şefkatin, merhametin, sevginin, anlayışın ve affediciliğin varlığında mümkün olur. Bunun için tabii ki esneklik, sabır ve emek gerekir. Su, en değişken elementlerden biridir. Farklı ısılarda formunu değiştirebilen, içine girdiği kalıba kolaylıkla uyumlanan, bulunduğu yerde kendine bir yol bularak ilerleyebilen, iletken, esnek ve akışkan bir yapıya sahiptir. Vücudumuzun yüzde 70’i su olduğuna göre, bizler de bu özelliklere bir oranda sahibiz. Su kadar yumuşak, esnek, istikrarlı ve güçlü bir duruş sergilediğimizde, hayatımızdaki değişimleri daha sürdürülebilir hale getirebiliriz.
Esnekliği ve yumuşaklığı sağlamak için ihtiyacımız olan hayatımızdaki şefkat elementini artırmaktır. Önce kendimize karşı yumuşamayı ve nazik olmayı öğrenmeye ihtiyacımız var. Mindfulness pratikleri ve özellikle öz şefkat meditasyonunu düzenli bir şekilde uyguladığımız sürece, gerek kendimize gerekse başkalarına karşı beslediğimiz şefkatimiz artacaktır. Böylece onların da değişiminde destekleyici rol oynamaya başlarız.
Öz şefkat meditasyonundan içselleştirdiğim bu cümleleri, kendimi yargıladığımı fark ettiğimde yumuşak ve nazik bir tonla kendime tekrar ederim: “Daha farklısını, daha iyisini biliyor olsaydın yapardın. Yaşadıkların çok zor. Ve bu zorlanma çok insani bir durum. Bu yaşadıkların ortak insanlık halleridir…” Böylece sinir sistemimin üzerinde hissettiği tehdidi hafifletmiş olurum.
Sürdürülebilir değişim için bilinmesi gerekenler
Bazen bir insan, bazen ise bir davranış, duygu veya bir düşünce yapısıdır bırakmamamız gereken, bize acı veren. Sürdürülebilir bir değişim için bir başka önemli yaklaşım, yargıladıklarımızı serbest bırakmaktır. Yargılarımız; bizi belli düşünce kalıplarına tutsak eden, karşılanmayan ihtiyaçlarımızdır. “Şiddetsiz İletişim” adlı kitabında Marshall Rosenberg, yargılarımızın altındaki karşılanmayan ihtiyaçlardan bahseder. Yargılarımızı serbest bırakabilmek için önce altlarında yatan ihtiyacı anlamalı ve onu giderme hakkını kendimize izin vermemiz gerektiğinin farkına varmalıyız. Karşımızdakini veya kendimizi serbest bırakmak derken, bahsettiğim “affetmek”. Çoğumuz için belki de yıllarca yapmakta zorlandığımız bir seçim olabilir affetmek. Affetmek üzerine yaptığım ve yaptırdığım çalışmalardan sonra artık biliyorum ki affetmek, aslında yaşanan üzücü olayın hikayesine tutunmayı bırakmayı seçme ve kendini özgürleştirme halidir.
Hikayeye tutunmayı seven zihin yapımız, bize sürekli aynı acıyı ve üzüntüyü yaşatır. Bu yaklaşım bir zaman sonra kendini tekrar eden bir alışkanlığa döner. Biz fark etmeden acıdan beslenme yatkınlığı bile bırakmak isteyeceğimiz bir alışkanlığa dönüşebilir. Kendimizi ya da karşımızdakini affedemediğimizde, bir farenin aynı tekerlek üzerinde sürekli dönerek olduğu yerde sayarken aşırı efor harcaması, hiçbir yere varamaması gibi biz de zihnimizdeki hikayelerde dolanıp durduğumuzda, sadece kendimizi duygusal olarak hırpalarız.
Zihin güvende hissetmek ister, bunun içinse bilindik olanı seçer. Bilindik olan acı verse de en azından bildiğimiz, güvenli yoldur der ve oradan ilerler. Aksi halde konfor alanından çıkmamız gerekir, ki bu da zihni çok bilinmezli bir ortama sokar. Konfor alanından çıkabilmenin formülü, kendini hatalarından dolayı cezalandırmamak yani daha önce bahsettiğimiz kendine şefkatli olabilmektir.
Aldığımız besinlerden başlayarak, bedenimizin temas ettiği her şey, sohbet ettiğimiz insanlar, kendimizi maruz bıraktığımız durumlar, ortamlar, sohbetler, düşünceler, davranışlar dahil olmak üzere hayatımıza aldığımız her şey bir seçimdir ve hayatımızın akışında bir sonuç yaratır. Bu anlamda, değişim için seçimlerimiz dahilinde hayatımıza aldıklarımız konusunda bilinçli bir farkındalığa varmamız önemli bir dönüm noktasıdır. İçsel ve dışsal değişim, birbirinden ayrı deneyimlenemez. İçimizde ne varsa dışarıda onu görür, onu algılarız, onu deneyimleriz. Hayat bütüncüldür. Gece ve gündüzü ayıramadığımız gibi, iç ve dış dünyamızı da birbirinden ayıramayız. Farkındalığımız ise hepsini kapsar.
mindfulness pratiği, kızgınlık hissini fark etmeyi sağlar
Sharon Salzberg, “Real Change” kitabı ile ilgili yaptığı söyleşilerden birinde içimizde oluşan “kızgınlık” duygusuna vurgu yapıyor. Kızgın olduğumuz bir zamanda, dış etkenlere yönelik hislerimizle ani bir tepki vererek tüm enerjimizi yok etmek yerine, bir an için düşünerek odağımızı sadece kızgınlık hissine çevirdiğimizde, bu hissin bedenimizde yarattığı olumsuz etkileri de gözlemlediğimizde yani bir mindfulness pratiği yaptığımızda, kızgınlık hissinin içinde birçok farklı bileşen barındırdığının da farkına varıyoruz. Belki korku, yalnızlık, yetersizlik, üzüntü, öfke ve tüm bunların neticesinde bir çaresizlik hissi… İşte bu gözlem anında, o anda, belki küçük de olsa bir aksiyon alma noktasına gelebiliyoruz ve bu aksiyon ile o anda hayatımızda gerçek bir değişim başlatmış ve yaratmış olabiliriz.
formsante.com.tr
Yorumlar