Yüzyıllardır gerçek olduğuna inanılan ejderhalar, mitolojik yaratıkların en bilineni ve etki bırakanı.
Ejderha masallarına Amerika’dan Avrupa’ya, Hindistan’dan Çin’e kadar birçok kültürde rastlamak mümkün. Farklı biçimlerde uzun ve zengin bir tarihe sahip ejderhalar, gözü pek kahramanlar tarafından sürekli olarak öldürülmeye çalışıldığından, günümüzde hala kitaplarda, filmlerde ve dizilerde baş göstermeye devam ediyor.
Ejderha hikâyelerinin ilk ne zaman ve nerede ortaya çıktığı tam olarak belli değil ancak uçan, devasa yılan betimlemeleri en az Antik Yunanlar ve Sümerliler kadar eskiye dayanıyor. Scott G. Bruce’un “Ejderhalar” (Penguin Classics, 2021), kitabına göre, “Antik dünyada ejderhalar, kıvrımlı bedenleriyle ezmeye ve zehirli nefesleriyle öldürmeye hazır devasa yılanlar olarak tasvir ediliyorlardı.” Uzun yıllar boyunca, ejderhalar diğer efsanevi canlılardan aslında pek farklı değildi: Kimi zaman yararlı ve koruyucu, kimi zaman zararlı ve tehlikeli.
Ancak Hristiyanlık yayılmaya başladığında bu durum değişti; ejderhalar mutlak uğursuzluk olarak yorumlanmaya ve şeytanı temsil etmeye başladı. Orta Çağ’da birçok insan ejderhaları İncil sayesinde biliyordu dolayısıyla çoğu Hristiyanın o zamanlar ejderhaların gerçek olduğuna inanması muhtemel. Ne de olsa Eyüp Kitabı’nın 41. bölümünde ayrıntılı olarak anlatılan devasa canavar Livyatan (Leviathan), bir ejderhaya benziyordu:
“Sırtında birbirine sıkıca kenetlenmiş sıralı pullar; birbirine o kadar yakın ki aralarından hava bile geçmez. Hızlıca iç içe geçerler; birbirine kenetlenip, ayrılmazlar. Soluması ışık saçar; gözleri şafak gibi parlar. Ağzından alevler fışkırır, kıvılcımlar saçılır. Kaynayan kazandan, yanan sazlardan yayılan duman gibi burnundan duman tüter. Nefesiyle kömürleri tutuşturur, alev püskürür ağzından.”
Ejderhaların varlığına olan inanç, yalnızca efsanelere değil somut delillere dayanıyordu, en azından uzun zaman önce insanlar böyle düşünmüştü. Binlerce yıl boyunca zaman zaman dünyanın farklı yerlerinde ortaya çıkarılan dev kemiklerin ne olduğunu kimse bilmiyordu bu nedenle dinozorlar hakkında bilgisi olmayan insanlar bu kemiklerin ejderhalara ait olduğunu düşünüyordu.
Dansçılar, yıllık tapınak festivalinde geleneksel Çin ejderhaları gibi giyinirler. C: Getty
Farklı Ejderha Türleri
Çoğu insan ejderhaları kolayca hayal edebilse de insanların ejderhalarla ilgili fikirleri ve açıklamaları önemli biçimde değişiyor. Bazı ejderhaların kanatları varken, bazılarının yok. Bazı ejderhalar konuşabiliyor ya da ateş püskürebiliyorken; bazıları konuşamıyor. Bazıları sadece birkaç metre uzunluğundayken, bazısı kilometrelerce uzanabilecek büyüklükte. Bazı ejderhalar okyanusun altındaki saraylarda yaşarken, diğerleri sadece mağaralarda ve JRR Tolkein’in Hobbit kitabındaki Smaug gibi dağların içinde yaşayabiliyor.
Halk bilimci Carol Rose’un “Devler, Canavarlar ve Ejderhalar: Folklor, Efsane ve Mit Ansiklopedisi” (Norton, 2001) adlı kitabında ejderhaların, “Hindistan’daki bir filin, Orta Doğu’daki bir aslan veya yırtıcı kuşun ya da yılanlar gibi çok sayıda sürüngenin başı gibi diğer birçok hayvanın kompozit özelliklerine sahip” olduğunu söylüyor. “Bedenleri yeşil, kırmızı ve siyah renklerinde ya da nadiren sarı, mavi ya da beyaz renklerinde olabiliyordu.”
Zoolog Karl Shuker, “Ejderhalar: Doğa Tarihi” (Simon & Schuster, 1995) adlı kitabında dev yılanların, hidraların, gargoylelerin ve ejderha tanrılarının yanı sıra, basiliks, wyvern, cockatrice gibi pek bilinmeyen çeşitler de dâhil geniş bir ejderha çeşitliliği olduğundan bahsediyor. Shuker’a göre bu yaratık özünde özellikleri çağın kültürel ve edebi beklentilerine uyum sağlayan bir bukalemun gibi.
Ejderhalar, “How to Train Your Dragon?” gibi çocuk filmlerinden, yetişkinlere yönelik “Game of Thrones” ve “Hobbit” gibi kitaplara kadar birçok farklı yerde karşımıza çıkarak fantastik kitaplarda ve filmlerde halkın hayal gücünü süslemeye devam ediyor. Sevilen rol yapma oyunu Advanced Dungeons and Dragons’ta, her biri kendine özgü karaktere, güce ve diğer özelliklere sahip bir sürü ejderha çeşidi yer alıyor (Mesela siyah ejderhalar, yılan balıklarını seviyorlarmış, kimin aklına gelirdi ki?).
“Efsanevi Yaratıklar ve Canavarlar” (Cavendish Square Publishing, 2014) kitabının yazarı Dean Miller’a göre, “dragon (ejderha)” kelimesi, “izlemek” anlamındaki Antik Yunanca kelime “draconta”dan geliyor bu da canavarın devasa altın ya da mücevher yığınları gibi hazineleri koruduğuna işaret ediyor. Ancak bu açıklama çok mantıklı değil çünkü ejderha kadar güçlü bir yaratığın bekçilik yapıp, hiçbir şey için bedel ödemesi gerekmez, değil mi? Muhtemelen bu daha çok sembolik, hazine istifçilik yapmayı seven ejderha için değil, kötü yaratığı yenecek Kral Arthur’un Şövalyeleri gibi cesur savaşçılara verilecek bir ödül.
Mitolojide ejderhalar öldürülmesi gereken, güçlü ve korkunç bir rakip olarak betimlenen birkaç yaratıktan birisi. Sadece kendileri için var olmayan bu yaratıklar, genelde cesur maceracıların aşması gereken bir engel olarak karşımıza çıkıyor. Troller, elfler ve periler gibi diğer efsanevi yaratıklar da bazen sinsice, bazen yardımsever bir şekilde insanlarla etkileşime giriyor ancak asıl rolleri ejderhalar gibi savaşmak değil.
Hristiyan kilisesi geçmişte, ejderha kılığına bürünmüş şeytanla savaşıp, onu yenen erdemli ve ilahi azizlerin efsanelerini anlatıyordu. English Heritage sitesine göre bunlardan en ünlüsü, yolu bir gün korkunç bir ejderha tarafından tehdit edilen kasabaya düşen “Ejderha Avcısı” Aziz George’tu. Genç kızı kurtarıp, haç işaretiyle kendini korumuştu ve canavarı öldürmüştü. Aziz George’un inancından ve cesaretinden etkilenen kasaba halkı hemen Hristiyanlığa geçmişti.
Bir ejderhayı yenmek yalnızca hırslı bir aziz, şövalye ya da hobbit için önemli değildi, efsaneye göre ordu kurmanın da bir yoluydu. Michael Page ve Robert Ingpen’in “Hiç Olmayan Şeylerin Ansiklopedisi” (Viking Penguin, 1987) adlı kitabında belirttiği gibi, “Ejderha dişi kullanmak, herhangi bir ülkenin silahlı kuvvetlerini genişletmesi için oldukça basit bir yöntemdi.” Bu yöntem ilk olarak Tebai Kralı Kadmos tarafından uygulanmıştı. İlk aşamada, tahıl ekiyormuş gibi bir parça toprak hazırlanıyordu. Ardından, herhangi bir uygun ejderha yakalanıp, öldürülüyor ve tüm dişleri sökülüyordu. Hazırlanan toprağa dişler ekiliyor, hafifçe üstü örtülüyor ve o bölgeden olabildiğince uzak duruluyordu.” Kulağa çocuk oyuncağı gibi geliyor, değil mi?
Bu uygulamanın ardından, “tunç zırhlara bürünmüş, kılıç kalkan kuşanmış kıdemli savaşçılar hızla topraktan, ejderhanın dişlerinin ekildiği sıra halinde, çıkıyordu.” Ancak görünüşe göre, draconis dentata (ejderha dişinden yapılmış) savaşçıları oldukça kavgacıydı, hali hazırda bir düşman yoksa hemen birbirlerine taraf oluyorlardı bu yüzden bunu yapmayı planlıyorsanız, düşmanlarınızın yakında bir yerde olduğundan emin olun.
Bilim insanları, ejderhaların ateş püskürme özelliğinin de Orta Çağ’ın cehennemin girişi tasvirlerine dayandığını düşünüyor, örneğin Hollandalı ressam Hieronymus Bosch’un eserlerindeki cehennem tasvirleri. Cehennem kapısı sıklıkla Hades’e atfedilen alevlerin ve dumanların çıktığı bir canavarın ağzı olarak betimleniyordu. Bu yüzden kişi cehennemin varlığına inanıyorsa son derece mantıklı gelen bir bağdaştırmayla ejderhanın şeytani varlığına da inanıyordu.
Ejderhalar Gerçek Miydi?
Orta Çağ teolojisini bir kenara bırakırsak, günümüzde yalnızca çok az sayıda insan ejderhaların gerçekten var olduğuna inanıyor, tıpkı Loch Ness canavarına ya da Kocaayak’a inanılması gibi. Ejderhalar (ya da en azından Batılıların en iyi aşina olduğu biçimiyle) ciddiye alınamayacak ve gerçek olamayacak kadar çok büyük ve fantastik. Uydu görüntülemenin ve akıllı telefonların kayıt özelliklerinin bulunduğu bu modern dönemde devasa boyutta, ateş üfleyen, kanatlı herhangi bir yaratığın karada ya da havada görülmemesi olanaksız.
Bununla birlikte yalnızca birkaç yüzyıl önce ejderha söylentilerinin, Endonezya’dan dönen denizcilerin görgü tanıklığıyla doğrulandığı biliniyor. Aslında denizciler, uzunlukları 3 metreye kadar ulaşan, bazen saldırgan ve ölümcül olabilen dev kertenkele türü Komodo ejderini görmüşlerdi.
Ejderhalarla olası bir benzerlik olarak, önceleri Komodo ejderi ısırığının ağzındaki toksik bakteriler nedeniyle ölümcül olduğuna inanılıyordu ancak bu söylenti 2013 yılında Queensland Üniversitesi’ndeki bir araştırma ekibi tarafından çürütüldü. Komodo ejderinin ağızlarının en az diğer etoburlar kadar normal olduğu keşfedildi. The Guardian gazetesine göre, Batılı bilim insanları Komodo ejderinin varlığını ancak Teğmen Jacques Karel Henri van Steyn van Hensbroek ve Pieter Ouwens’in soruşturmasının ardından 1910 civarında doğruladı ancak bu korkunç canavarların söylentileri ve hikayeleri bundan çok öncesinde yayılmıştı.
Öyle ya da böyle ejderhalar binlerce yıldır zihinlerimizde yer alıyor. J.R.R Tolkien ve birçok diğer sanatçı fantastik kurgu eserleri sayesinde ejderhalar ortak hayal gücümüzü canlandırmaya devam ediyor ve tamamen yok olmaya hiç niyeti yok.
Live Science
Yorumlar