Antik Mısır’da çok tanrılı bir inanç hâkimdi ve neredeyse inançlarındaki bütün mitler, bu tanrıların yaptıkları ya da yaşadıkları ile oluşturulmuştu. Bu tanrılar tıpkı insanlar gibi yiyiyor, içiyor, kızıyor, seviyor ve çocuk sahibi oluyordu. Ve her bir tanrı hayvan maskesi ve gezegenler ile temsil ediliyordu. Mesela çakal başı ile sembolize edilen tanrı Anubis, “ölülerin klavuzu”ydu aynı zamanda yargılacısıydı. Hatta mumyalamayı insanlığa hediye eden tanrı olarak da geçer. Ölümden sonra ruh (Mısırlılara göre KA, BA ya da ANKH) bir yolculuğa çıkar ve bu yolculuğun en son aşamasında ölünün kalbi doğruluk tüyü ile bir terazide tartılırdı. Eğer ölünün günahları fazla ise kalbi terazide ağır gelir ve bu sebeple timsah tanrısı Sobek, ölünün kalbini yerdi. Bu tartılma işlemini ise tanrı Anubis yapardı.
Diğer bir Mısır tanrısı olan Osiris´in ise erkek kardeşi Seth ile olan husumeti Yukarı-Aşağı Mısır ayrımının simgesidir. Seth ve Osiris, Ra’nın çocuklarıdır. Fakat İsis’in (hem Osiris’in eşi hem de bereket ve şifa tanrıçası) başka planları vardır. Bu plan ise Osiris’i kral yapmaktır. Planında başarılı olur ve RA gökyüzüne geri gönderilmeye ve tahttan inmeye zorlanıp, taht Osiris’e kalınca, Seth bunu hazmedemez ve o da bir plan yapar. Bu plana göre Seth, Osiris´i bir yemeğe çağırır ve onu uyuttuktan sonra bir sandığa koyup, üzerine de kurşun dökerek Nil´e atar ve ölmesine sebep olur. Bu sandığa koyup, nehre atılma olayını aynı şekilde Hz Musa’nın sepet içerisinde nehre atılmasında da görürüz. Hatta Seth ve Osiris’in kavgası da bize Âdem ile Havva’nın oğulları olan Habil ile Kabil’in kavgasını ve Kabil’in, Habil’i öldürmesini hatırlatır.
Tekrardan dönelim Osiris’e. Osiris, öldüğünde kız kardeşi aynı zamanda eşi olan tanrıça İsis, ondan sperm alarak, kendini gebe bırakır(burada resmen bir çeşit tüp bebek yöntemi söz konusu)ve Horus’u babasız olarak doğurur. (bu da size, Hz İsa’nın Meryem’den babasız doğmasını hatırlatmış olmalı) Hatta Horus’un, Osiris’in yeniden doğmuş hali olduğuna inanılır.
Horus kimdir?
“Beyaz, büyük, Doğu’nun göğünde yükseldiği zaman Tanrıların ibadetiyle mutlandıran Horus’un gözü sana övgüler.”
Horus, Antik Mısır’da genelde şahin başı ile sembolize edilen ve güneş ile ilişkilendirilen tanrıdır. Aslında Horus Grekçedeki ismidir, Mısır’da Hor ya da Haru olarak anılır. Kanatlı yıldız diski ile de tasvir edilmiştir ve bu disk ile zaman zaman göğe yükselir.
Firavunlar, yeryüzünde kendilerini Horus’un cisimleşmiş halleri olarak tanımlamışlar ve başlarında onun temsili olan şahin armasını bulundurmuşlardı. Buradan Horus’un, Mısır’ın baş tanrısı RA kadar önemli bir konumda olduğunu çıkarabiliriz. Horus’un şahin başı aslında bu kuşun keskin bakışlarının vermiş olduğu görüş yeteneğinin bu tanrıda da olduğundan çok, kişilerin hiçbir hareketinin onun gözünden kaçmayacağı anlamını verir bize. Bu sebeple Mısırlılar bu gözü “vicdanın gözü” ya da “her şeyi gören göz” şeklinde tanımlamaktadırlar. 24 saat açık, kapanmayan ve gözetleyen bir göz olarak düşünmüşlerdir. Her şeyi gören göz deyince eminim çoğunuzun aklına Yüzüklerin Efendisi’ndeki Sauron’un gözü gelmiştir. Aynı zamanda Illuminati piramidinin üst kısımdaki göz sembolü de bu tanıma oldukça benzemektedir. Aslında her şeyi gören göz ve vicdanın gözü şeklindeki tasvirlerin Horus’un gözü ile ilişkilendirilmesi, onun adaletli ve vicdan sahibi bir tanrı olduğunu da bize gösterebilir. O kadar dikkatlidir ve iyi gözlemcidir ki onun gözünden hiçbir şey kaçmamaktadır.
Horus’un aynı zamanda babasının intikamını almak için Seth ile savaştığı, bu savaş sonrasında tek gözünü kaybettiği ve bu gözün ise diğer bir Mısır tanrısı olan Thoth tarafından ona geri verildiği rivayet edilir. Gözün geri verilmesi nasıl mümkün olabilir? Tabi ki başarılı bir göz ameliyatı ile… Belki de Seth ile yaptığı savaştan sonra yaralanan gözü yerine mekanik bir göz yerleştirilmiş ya da ameliyat ile iyileştirilmiş olabilir. Gözün altındaki uzunlamasına çizgi ise bu savaştan sonra Horus’a yapılan bir göz ameliyatının kesiğini simgeliyor hatta bu çizgi geçirdiği bu ameliyatın izini bile tasvir ediyor olabilir.
Antik Mısır’da Horus’un gözü, aynı zamanda şifa aracı olarak da kullanılmıştır. Bunun sebebi ise, gözlerden çıkan enerjinin kuvvetli olmasındandır. Gözler, insan ruhunun dışa açılan pencereleridirler. Günümüzde bile “Allah nazardan ve kem gözlerden korusun.” diye boşuna denmemektedir. Hatta nazar boncuklarının bile esin kaynağı aslında Horus’un gözüdür. Nazar boncukları dikkati çektiği için ilk olarak ona bakılır ve böylece ilk andaki bakışın ilettiği enerjinin kırılması sağlanır.
Horus’un gözünün anlamı sadece bunlarla da kalmamaktadır. Horusun gözü 6 parçadan oluşmaktadır ve bu her parçanın özel bir anlamı vardır. Bu parçalardan 5 tanesi 5 duyu organın temsil eder. Sadece 1/8’lik bölge ise düşünceyi temsil etmektedir. 1/32’lik kısım insanın tanrıya ulaşmaktaki çileli yolu gösterirken, 1/64’lük kısım (gözyaşına benziyor) tanrını şefkatini simgeler.
Hayal gücü mü, gerçek mi?
Konunun temeli Sümerlilere uzanır. Sümerliler bu tanrıları Annunakiler olarak adlandırmıştır. Tıpkı Mısır’da olduğu gibi onları, etten kemikten bir insan gibi tarif etmişler, zaman zaman onları görmüşler, sohbet etmişler hatta aşk ilişkileri bile yaşamışladır. (Bknz: Gılgamış)
Aynı şekilde bu tanrılar Yunan, Türk ve Hint mitolojisinde de geçmektedir. Sadece farklı şekil ve öykülerle. Bu durumu hala hayal gücü ile açıklamak kanımca mantıklı değildir. Zira bu kadar uygarlığın -ki bu uygarlıklar günümüz modern uygarlığın temelini atmışlardır- hayal güçleri olduğunu düşünmek, sadece kolaya kaçmaktır. Farklı coğrafyalardaki bu kadar insanın, bu tanrıları aynı şekilde tarif etmesi aslında aynı varlıkları gördüklerini gösterir bize. Hatta kanlı canlı gördüklerini. Bu varlıklar ise tıpkı bize benzeyen ama bizden teknolojik anlamda ileri olan, insanlığın ataları yani; Annunakiler’dir.
Annunakiler kimdir?
Bu varlıkların ismini ilk olarak Zecharia Sitchin’in çalışmalarında duyduk. Sitchin’i bu araştırmaya iten sebep ise İncil’deki “nefilimler” yani devler olarak tanımlanan varlıklardı. Sitchin aslında bu varlıkların zannedildiği gibi devler değil, Sümerlilerin tanrıları olan Annunakiler olduğunu keşfetti ve yıllarca bu konu üzerinde araştırmalar yapıp, kitaplar yazdı. Annunaki teriminin Sümerce anlamı “gökten dünyaya gelenler”, “yukarıdan aşağı inenler”, “gökten inen elliler” vb… şeklindedir. Sümerlilere göre, bu insan benzeri uzaylı ırk, Güneş sistemimizde yer alan ve keşfedilmeyi bekleyen Nibiru adlı bir gezegenden, dünyamıza gelmişler; biz modern insanın tohumlarını atmışlar ve bizim tarım, zanaat, bilim, astroloji, matematik, geometri, mimari, mühendislik gibi daha birçok alanda gelişmemizi sağlamışlardır. Sümerliler bu yüzden yaptığımız her ne varsa onların lütfu ile yaptık, demişlerdir. Ve onlarla yaşadıkları olaylar, ilahi metinlere hatta günümüz dinlerine bile girmiştir. İşte bu noktada yukarıda bahsettiğim Horus’un kanatlı bir disk ile temsil edilip; arada sırada göğe çıkmasının anlamlandığını görebiliriz. Buradaki kanatlı disk, aslında bir çeşit UFO’dur. Aslında Horus kanlı canlı bir Annunakidir; tanrı değil.r”
Bu konuda araştırmalar yapan, seminerler veren, kitaplar yazan Göktürk Ramu’n “Annunakiler” kitabında şunları yazıyor: “Kadim tanrılar” denen, Gök ve Yer tanrıları vardır. Onlar, destanların “eski tanrıları”dırlar, ve Sümer inanışına göre, göklerden Dünya’ya inmişlerdir. Bunlar, yerel ilâhlar değildir. Ulusal, daha doğrusu uluslararası tanrılardır. Bazıları, insanlardan bile önce, Dünya’da mevcuttur ve faaldir. Aslında, insanın varoluşunun ta kendisi, bu tanrıların kasıtlı yaratıcı girişiminin bir sonucudur. Bunlar güçlüdür, ölümlü becerilerin veya idrakin ötesinde yeteneklere sahiptirler. Yine de bu tanrılar sadece insana benzemekle kalmaz, hem onlar gibi yiyip içer hem de sevgi ve nefret, sadakat ve ihanet gibi her insani duyguyu da sergilerler.”
yuvayayolculuk.com
Yorumlar